Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

ALATURKADA YIKILMAYIP AMA AYAKTA DA OLMAYAN  VE ALAFRANGADA OTURAN “ŞİİR” | Kadir Tepe
Deneme

ALATURKADA YIKILMAYIP AMA AYAKTA DA OLMAYAN VE ALAFRANGADA OTURAN “ŞİİR” | Kadir Tepe 

 Ahmet Güntan’ın Kitap-lık dergisinde yayımladığı “Büyük Ortadoğu Karmaşığı” adlı ‘parçalı ham’ı, bok üzerinedir. Bokun çeşitli yönlerinden söz edilir, betimlemesi de yapılır.

 

Şiir, Ortadoğu’nun “boka sardığını” anıştırır.

 

Birileri, şiirinde “bok” kelimesini kullandığı için Güntan’ı kınayıp şikayet eder. Kimileri ise bu şiir hakkında yazı kaleme alıp “midesinin kaldırmadığını” belirtir ve herkese şu soruyu yöneltir:

 

Şiirde bok vb. imajların kullanılması “doğru” bir şey midir?

 

Bir şey sorayım: Hayatımızda bok yok mu? Bütün hayatımız, dünya bombok değil mi?

 

            Şiir, fikrimce: Kültürün, örf ve adetlerin ahlakını, herhangi bir dinin, dilin kurallarını muhtevasında barındırmaz çünkü şiir, şairin bozulmamış bakireliğidir. Güzel’e, Ahlak’a hayranlık besleyenlerin oluşturduğu topluluk, zannımca “Türk Şiiri” için geçerliliğini koruyamamış, her şeyi bombok etmiştir. “Güzel”, tehlikedir. Kötülüğün verdiği gücün temelinde ise “esas ŞİİR” yapılmış, söylenmiştir. Yani atmosfer, Dünya’nın üzerine çömelmiş, dünyanın dönmesiyle birlikte malum durum gerçekleşmiştir. “Güzel” hasebiyle de EDEBİYAT’ta vasatlık hâkimdir. Güzel’i herkes anlatır, kahvehanedeki dayı-cık bile… Vasatlık: Herkes-leşmektir. Mesela güzel veya iyi şiir, şair olmaz: Sıkı şiir, sıkı şair vardır çünkü bir şey sıkıysa arasından asla “fitne fesat” geçemez. Şiir, tıpkı: Sancılı ama hiç doğuramayan bir anne gibidir. Bu durum, yaratılan bir şeyin yaptığıdır. Şiir, evcilleştirilemez, daima vahşidir. Isırır, kanatır, rahatsız/huzursuz eder. Akla yaslanmaz, esas olan yani: Aklın Sezgi’si yerine, Sezgi’nin aklıdır. Şiir, Hayal’i değil, Hayat’ı fizyolojisinde taşır. Hayal aleminde sersem sersem dolaşıp duran müteşair-ler, hayattan bir haberdirler. O kişiler, doğa tutkusuyla mastürbasyonlarını gerçekleştirirler. Romantizm’den haz duyarlar. Esasen tutku, haz yaratılana ait bir duygudur ve tabiri caiz ise yaratılanın yaptığı bir şeye tutkal sürmesidir ŞİİR… Yaratılabilen ŞEY, bize bütün gerçekliği sunamayabilir fakat yapılabilen ŞEY, dünyanın bütün gerçekliğini önümüze pat diye serer. Ayrıca “güzel”, yalnızca tanrıya mahsustur, ŞİİR ise “KORKUNÇ GÜZEL”dir. Yaratılan bir şeydir “güzel”. “Yapmak” eylemi de daima ürkütücüdür. Şiir, yeri gelir otobüs şoförünün –kendisine terbiyesizlik eden yolcuyu– küfredip (“Siktir git lan!”) kapı dışarı atmasını “konuşur”, yer yer de boku püsürü irdeler. Hayat’ı “konum” alır. Hayat’ın içindendir. [Bir ŞİİR, ne kadar siyasetten uzak görünürse görünsün, ŞİİR ise kendi iç siyaseti vardır ve bu iç siyaseti doğrultusunda hayata önerilerde bulunur. Aslında her işin (iş “yapılan” bir şeydir) sonu, Hayat’a çıkar.]Yani şair, müteşair değil ise “plastik” anlayışını elastik-leştirerek şeffaf hâle getirmelidir. Zannımca, Kainat’a nasıl bir sınır çizemiyorsak (uçsuz bucaksız) Şiir’i de aynı şekilde “asla” sınırlandıramayız. ŞİİR’in konusu sonsuzdur: Yaratacak değil, yapacak çok şey vardır. Konumu Dünya değil, dünyadır. Şiir, sonsuzluk içinde bir noktadır: İnsan “GİBİ”dir fakat “İNSAN DEĞİLDİR”. Utanç, çekingenlik, sıkılganlık vs. ne ŞAİR’in ne de ŞİİR’in “zihin” dünyasında barınabilir. “Etik” (ahlaki) kurallardan yalnızca HİÇ’lik var edilebilir. Şiir, HİÇ’ikten var edilen bir unsur değildir. Esasen: Müteşair’e, Şebnem Ferah’ın bir şarkısında söylediği “Sen hiç, hiç oldun mu?” lafzı sorulmalıdır. Bu tanımlar: Bir nevi “İNANÇ” mevzusuna kapı aralar. Yani “YARATMAK” inancı kapsar. “YAPMAK” ifadesi ise evrenseldir. Şiirin manası, dizelere “YAPMAK” eylemi yedirilerek ortaya çıkar. “YARATMAK” sınırlı bir kapsama alanındadır: Muamma. [Asıl sorulacak sorular şunlardır: Şair, kimin için yazar, niçin ve neyi hayal ederek yazar, yazarken nasıl bir dünyanın içindedir? Her şiir, kim ne derse desin, bir şeyler söyler; konuşma (konuşmak “yapılan” bir şeydir) çabası içindedir.] Ayrıca ŞİİR, söylenen/konuşulan yapıdadır. Yalnızca müteşair-ler şiiri yazar. ŞİİR denilen ŞEY, bize kendisini hissettirmez. Söylemek/konuşmak beraberinde “YAPMAK” eylemini de peydahlar. İnsan, yaratılarak Dünya’ya, şiir ise yapılarak dünyaya teşrif eder, şöyle:

Neyi oluşturduğunun idrakinde olan şair, yaratıcı değil, ‘yapıcı’dır. Yani şiir, öncesinde ‘tasarı’ gerektiren bir yapıya sahiptir. “Yapmak” eylemi, tasarım içerir çünkü.

 

Şiir, Ex Nihilo Nihil Fit’e yaratılan bir nesne değildir.

 

Cansever, haklıdır:

 

“Yapılan bir şeydir şiir”.

 

Bok Püsür Mevzusu ya da Şiir’deki İnanç:

 

            İnancı tam takır kuru bakır olan şairlerin zeminlerinde depreme dayanıklı tek tuğla dahi olacağını hiç düşünmüyorum. Bu inanç meselesi, yalnızca dinsel boyutta değil, şairlerin belli bir yere bağnazlıkla bağlılık göstermelerini de içerir. “İNANÇ” biraz aldanmayı da muhtevasında taşır ya hani… Aldanan şair, ahmaklaşır. Yani şair, o bağnazlıkla yüreğinde: Korkuyu, çekingenliği, utangaçlığı, “başkası ne düşünür”ü barındırır. Mezkûr durumdan kaynaklı da ortaya konulan şiir, “İNANÇ”lı olmanın ilerisinde geçemez. “İNANÇLI ŞAİR”e, ahmak dedik. Peki “İNANÇLI ŞİİR”i, nasıl nitelendiririz? Tabii ki de ŞİİR direkt İNSAN’laşır. ŞİİR’K gözetilir. Belki de mevzu bahis şairler, (müteşair) şiirlerinde argo, küfür, “ŞİİR’K”, cinsellik vs. kullanmaktan utandıkları, sıkılıp çekindikleri için şiir, gitgide yaratılan-laşır, yani: Yapaylık. [Burada “Şiirsellik nedir?” sorusunu kısaca yanıtlamak gerekiyor: Şiirsellik neyin şiir olduğuna, neyin şiir olmadığına O’na dayanılarak karar verilen, belli bir tarihsel dönemde üzerinde uzlaşılmış ve çoğu zaman da kalıplaşmış şiir kurallarına denir. Şiirin estetiği, “korkunç güzel”liği, şiir olup olmadığı bu kurallara göre kararlaştırılır. Günümüzün “ŞİİRSELLİK” anlayışı tamamen melodramatik 80 Şiiri’nin uzantısıdır ve O’nun tarafından belirlenmiştir. Bu anlayış, mezkûr müteşair-lerin “mıymıntı duygusallıkları”nın “plastik şiir”e devşirilmesidir. Bahsi geçen şahısların şiir denince akıllarına, vapur güvertesinden martılara simit atılırken hissedilen şey geliyor sanırım. Bu şiir, “güzellik” yok artık. Öldü. Zaten hiçbir zaman da olmamıştı.] Okuduğumuz mevzu bahis metinler, bize şiiri çağrıştırır. Şiiri değil, hayatı çağırmalıdır şair… Bu şahıslar, kendilerini tamamen sınırlandırırlar. Mesela hiç “Hassiktir!” çekemezler (kahkaha). “Plastik” çiçeklerdir. Yani sulanmaya ihtiyaçları yoktur. Hayat’i değil, Hayal’i unsurlar devreye girer. Şiirleri, didaktik bir hâle bürünür ve tabii, gelenekselleşir. [Her söz (şiir) zamanına göre söylenmeli, şekillenmelidir. Geleneğe ayak uydurmamak gerekir. Mesela “Aruz”, “Hece” vs. bugüne dek en iyi şekilleriyle ortaya kondu, bazı isimler Hece’yi biraz aşındırdı, ne kadar daha geliştirilebilir muamma fakat çağa, geleneğe ayak uydurmaktan ziyade her şair, YENİ bir şey söylemelidir, ortaya koymalıdır (yapmalı) diye düşünüyorum. Fuzûlî’nin, Orhan Veli’nin, hatta Çobanoğlu’nun söylediklerini biz neden tekrar edelim ki, değil mi?] Mezkûr şahsiyetler, katiyen “YENİ” bir şey söyleyemez. Hep aynı masada, aynı konular konuşulur. Her gün “AYNI” yemek, ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. [Bir şairin de söylediği gibi: “İnsan ya yeni bir şey söylemek için ya da bir şeyi yeni bir şekilde söylemek için yazar.”.] Yani: Devreye “şairin inancı” girdiği zaman ŞİİR, yaratılan bir nesneye bürünür ve öznelleşir. Tekelleşir. Şiir, “ben” sanatı değildir. Fikrimce: Yaratılan (inançsal) bir metni de “ŞİİR” olarak değerlendiremeyiz. O’nlar, ŞİİR söylemez, şiir yazarlar: “İNANÇLI ŞAİR”, “ÖLÜ ŞAİR”dir. [Hikmetli Şiir’i, Naat’ı, Münacat’ı vb. mevzu bahis konunun dışında tutuyorum. Bu “ŞİİR TÜRLERİ” vb. başka bir evrenin dilidir, ayrı şekilde ele alınması gerekir.]

Şiir’deki Küfrün Kullanım Kılavuzu:

 

Her yapının estetik, doğal bir yanı vardır, küfrün bile… Fikrimce: ŞİİR’deki argo, küfür vs. hissettirilmeden yansıtılmalıdır. Aksi takdirde küfür, ortaya konulan şiiri bayat bir hâle bürüyecektir. Metinde küfür etmek için “asla” küfür edilmez. Küfrün ustalıkla işlenmesi gerekir. Argo da aynı şekilde: Sözü dolandırıp, sayıp sövüp, metnin belli bir noktasında ya da en sonunda oyucuya, “Aha da ranza!” dedirtmelidir. Belki de okuyucunun bambaşka duygulara kapı açması sağlanmalıdır. [Hakaret ise tamamen şiire yapaylık kazandırır. Yani yaratılana bir şekilde hakaret etmek “YARATMAK ŞİİRİ”dir, “YAPMAK ŞİİRİ” değil. Mezkûr durum, argo ve küfrün dışındadır. Bu ayrımı iyi saptamak gerekir.] Bazı şeyler apaçık söylenir fakat okunduğunda hissettirmez ya hani… Şair de şiirinde argo, küfür vs. kullanırken bu düsturu edinmelidir. Tabii, bazı örnekler vardır ki: Şiir, tamamen küfür üzerine kuruludur. Okuyucu, direkt küfür edildiğini anlar fakat şair, öyle bir ustalıkla, ironiyle küfür eder ki karşı tarafta bir tiksinme duygusu katiyen belirmez. Hatta doyum noktası hat safhada olur. Elbette bu unsurların (küfür, argo, cinsellik vs.) “şiirsel” boyutları vardır. Metne yakışıp yakışmayacağını “ŞİİRSELLİK” durumu belirler. Aslında her şey O’na bağlıdır: “ŞİİRSELLİK”.

Bendeniz, “ŞİİRSELLİK, estetik doyum (haz), usta-lık donanımları bakir ise ŞİİR’de argo kullanılabilir, cinsellik vb. konuya dahil olabilir, küfür edilebilir.” noktasında uzlaşanlardanım:

“ŞİİR”, yapılan bir ŞEY olduğu için elbette sıçmayı “konuşabilir”.

“TIRT TIR TIR TIRT!”

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *