Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

BAUDELAIRE’İN YERİ (II) | Paul Valéry | Türkçesi: Abdullah Enis Savaş
Çeviri

BAUDELAIRE’İN YERİ (II) | Paul Valéry | Türkçesi: Abdullah Enis Savaş 

-GEÇEN SAYIDAN DEVAM-

Baudelaire iyi bir okurdu. Romantizm’in en büyük sanatçılarının eser ve kişiliklerinde yakından gözlemlediği, türün tüm zayıflık ve eksikliklerini gözler önüne serme ve mübalağa etmeye, meseleye dikkat çekmeye müthiş ilgi duyuyordu. Romantizm, şöhretinin zirvesinde, yani sonu yakındır, diye düşünmüş olmalıydı; bu sebeple Talleyrand ve Metternich’in 1800’lü yılların başında, dünyanın efendilerine şüpheyle yaklaşmaları gibi, o da kendi zamanının üstat ve duayenlerine şüpheyle bakabiliyordu.

Baudelaire’in bakışları, Victor Hugo’nun üzerindeydi; kendisi hakkında ne düşündüğünü tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Hugo edebiyatın tahtına çıkarılmıştı; Lamartine’e kıyasla eser üretmede kullandığı malzemeler bakımından son derece güçlü ve kusursuz idi. Sahip olduğu geniş kelime dağarcığı, kafiye çeşitliliği ve imge bolluğuyla şiirde tüm rakiplerini ezdi geçti. Fakat eserleri bazen argoya kaçıyor, peygamberâne belâgatı ve bitmek bilmeyen kesme işaretleriyle kendini tüketiyordu. Kalabalıklarla cilveleşti, Tanrı ile diyaloglara daldı. Felsefesinin basitliği, gelişme bölümlerinin orantısızlık ve uyumsuzluğu, ayrıntıların şaşırtıcılığı ile konunun kırılganlığı arasında sık sık görülen karşıtlıklar, bütünün tutarsızlığı, -tek kelimeyle, acımasız, genç bir gözlemciyi şok edecek, ve böylece gelecekteki şahsi sanatına giden yolda kendisini eğitip, yönlendirebilecek her şeyi- Baudelaire, Hugo’nun müthiş yeteneklerinin kendisine dayattığı hayranlık duygusunu, eserlerindeki katışıklık, mantıksızlık ve zayıf noktalardan ayırarak zihnine kaydetmiş olmalıydı. Yani, böylesine büyük bir sanatçının geride bıraktığı hayatın getirdiği imkanlar ve şöhretin verdiği olanaklar didik didik edilecekti.

Birinin diğerini harfiyen nasıl tamamladığını gösterme amacıyla meseleye biraz muzipçe ve gereğinden biraz daha yaratıcı bir zekayla bakılacak olursa, Victor Hugo’nun şiirini Baudelaire’inkiyle karşılaştırmak epey cezbedici gelecektir. Konuyu açmayacağım. Baudelaire’in, Hugo’nun yapmadığını yapmayı hedeflediği; Hugo’nun aşılamaz olduğu tüm yöntemlerden kaçındığı; nesirden incelikle ayrılan, daha az serbest bir prozodiye geri döndüğü; belirli şiirlerin paha biçilemez ve bir bakıma yarı-aşkın niteliği olan fasılasız hissi cazibenin peşine düştüğü ve bunu neredeyse her zaman başardığı aşikardır. Oysa ki saf haliyle bu niteliğe Hugo’nun engin eserlerinde nadiren rastlanır.

Üstelik Baudelaire, aşırı yanılgılar ve yüce güzelliklerin şairi olan müteveffa Victor Hugo’yu tanımıyordu ya da çok az tanıyordu. La Légende des siècles, Kötülük Çiçekleri‘nden iki yıl sonra yayımlandı. Hugo’nun sonraki eserlerine gelecek olursak, bunlar ancak Baudelaire’in ölümünden çok sonra yayımlanmıştır. Bu şiirlere, tekniklerine istinaden Hugo’nun diğer tüm şiirlerinden çok daha büyük bir önem atfediyorum. Burası bu görüşü açımlamanın ne yeridir, ne de bunun için vakit müsaittir. Sadece konu dışı sayılabilecek bir hususa değinip geçeceğim. Victor Hugo’da beni etkileyen şey, onun eşsiz yaşam enerjisidir. Yaşam enerjisi, uzun ömür ve çalışma kapasitesinin birleşimidir – uzun ömür çarpı çalışma kapasitesidir. Altmış yılı aşkın bir süre, bu müstesna kişi her gün saat beşten öğlene kadar masasının başındaydı! Devamlı, dilde yeni kombinasyonlar husûle getirmenin yollarını aradı, istedi, bekledi, ve uğraşına cevap almanın memnuniyetini yaşadı. İki yüz bin mısraya yakın şiir yazdı ve bu kesintisiz idman sayesiyle, sığ eleştirmenlerin var gücüyle yargıladığı, benzersiz bir düşünme biçimi edindi. Fakat, bu uzun kariyer boyunca Hugo, sanatında kendini mükemmelleştirmek ve güçlendirmekten asla vazgeçmedi. Kuşkusuz, yazdıklarında uyguladığı eleme işini git gide elden bıraktı, oran duygusunu giderek daha fazla yitirdi, dizelerini belirsiz, muğlak ve kafa karıştıran sözcüklerle doldurdu. Şiirlerini, “uçurum”, “sonsuz”, “mutlak” gibi sözcüklerle öylesine mebzul miktarda ve ucuzca donattı ki, bu korkunç terimlerde, kullanılış biçiminin kendilerine kazandırdığı derin anlamların zerresi dahi kalmadı. Yine de hayatının son döneminde ne kadar da muazzam şiirler yazdı; kapsam, iç tertip, tını ve bütünlük bakımından kıyas kabul etmez şiirler! Corde d’airain‘de, Dieu‘de, La Fin de Satan‘da, Gautier’nin ölümü üzerine olan eserinde -tüm rakiplerinin vefatına şahitlik etmiş, koca bir yeni şair neslinin kendisinden neşvünemâ bulduğunu görmüş ve hatta yaşasaydı, çırağın ustaya vereceği paha biçilmez derslerden faydalanacak olan- bu yetmiş yaşındaki sanatçı, şiirsel gücün ve asil şiir ilminin en yüksek noktasına ulaştı.

Hugo, pratik yaparak öğrenmekten asla vazgeçmedi; ömrü, Hugo’nun ömrünün yarısından biraz fazla olan Baudelaire ise, bambaşka bir şekilde gelişti. Yaşayacağı ömrün muhtemel kısalığı ve malum yetersizliğini, daha önce bahsettiğim o eleştirel zekayı kullanarak telafi etmesi gerekiyordu diyebiliriz. Kendi mükemmeliyetinin zirvesine erişmesi, kendine özgü alanı keşfetmesi ve adını[1] taşıyacak ve koruyacak belirli bir biçim ve tavrı tanımlaması için ona yirmi yıl ihsan edilmişti. Çok sayıda denemeler yaparak ve kapsamlı eserler vererek edebi tutkularını gerçekleştirmesi için zaman yoktu. El yordamıyla yapılacak işlere bir sınır getirmek, tekrarlardan ve bölünmüş girişimlerden kaçınmak için en kısa yolu seçmesi gerekiyordu. Bu sebeple analiz yoluyla özünün ne olduğunu, ne yapabileceğini ve ne yapmak istediğini aramak; ve kendi içinde, bir şairin doğal erdemleriyle, bir eleştirmenin sağduyusu, şüpheciliği, dikkati ve muhakeme yeteneğini birleştirmek zorundaydı.

Bu nedenle Baudelaire, başlangıçta bir romantik ve hatta meşreben de bir romantik olmasına rağmen, bazen bir klasik olarak görünür. Klasik’i tanımlamanın veya tanımladığımızı sanmanın sayısız yolu vardır. Bugün için şunu benimseyebiliriz: Klasik, içinde bir eleştirmen taşıyan ve onu, eserleriyle çok yakından ilişkilendiren bir yazardır. Racine’de bir Boileau vardı.

-DEVAMI GELECEK SAYIDA-

[1] “Sana veriyorum ben bu dizeleri, tâ ki

Adım uzak çağların kıyılarına vursun…”

[İç Sıkıntısı ve İdeal, XLI]

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *