Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

FACE ID Mİ, FAKE ID Mİ?: ALGORİTMALARIN AÇIK BÜFESİ | Yeliz Dövücü
Deneme

FACE ID Mİ, FAKE ID Mİ?: ALGORİTMALARIN AÇIK BÜFESİ | Yeliz Dövücü 

 

 

V.

Dijital Şizofreni

 

 

 

 

“Ben kimim ve neden benim yerime röportaja giden dijital kopyam

benden daha iyi konuşmuş?”

 

 

 

Sabahın o bilindik karanlığında, tavanla göz göze geldiğin ilk anlarda, uykuyla uyanıklık arasında o bilinçsiz salınımda başlıyor hikâye. Göz kapağın hâlâ toplu taşıma modunda: Aç-kapa, aç-kapa. Yatakla olan ilişkin hâlâ bitmemiş bir dizi gibi; sezon finali yapılmış ama sen hâlâ aynı bölümdesin. Derken o, cep telefonun, ışığını gözlerinin tam ortasına çakar. Günah gibi. Birazcık can yakıcı, birazcık cezbedici. Bir gece önce tüm sırlarını paylaştığın ekran, sabahın ilk saatinde seni yüzünden tanıyor. Daha sen kendini tanımamışken. Daha insan olduğunu kanıtlayamamışken.

Ama o seni tanıyor. Şak! Açılıyor. Sanki yıllardır aranızda süregelen duygusal bir bağ var. Oysa gerçek şu: Bu bir tanıma değil, bir eşleştirme. Dijital bir “Evet, bu yüz daha önce de bu cihaza bakmıştı,”. Başka bir şey değil. Romantik değil, pragmatik. Yüzün sistemin veri tabanına denk geldiği için kapılar açılıyor. Yoksa seni sevdiğinden değil.

Günün ilk “ben kimim” krizi, ekran karşısında başlıyor. Sonra bir refleksle kaydırmaya başlıyorsun. Parmağın ekran üzerinde dans ediyor. Küçük, titreşimli bir koreografi. Hikâye hikâye geziyorsun. Her hikâye yeni bir hayat, her hayat yeni bir kıyas. Ve bir anda… Seni gördüğün bir videoyla karşılaşıyorsun. Ya da seni andıran birini. Kulak kesiliyorsun. Gözlerin büyüyor. “Bu ben miyim?” sorusu içinden geçiyor. Ve korkunç olan şu: Cevap “Hayır, değilim” değil. Cevap: “Olabilirim,”. Bir ihtimal bile değil, olasılık. Şüphe. Ve bu şüphe, zihninin ayarlarını bozuyor. Gerçekle bağını lastik gibi geriyor. Esniyor. Ve bir daha eski hâline dönmeyebilir.

Çünkü çağ artık başka bir tanımı seviyor: Gerçeklik, pahalı bir lüks. Orijinallik ise bir sapma. Algoritmalar istikrar sever. Hep aynı poz, hep aynı ışık, hep aynı ruhsuzluk. Gülüşler simetrik, gözler ışıklı, yüzler pürüzsüz. Sistem duygudan hoşlanmaz; çünkü duygu, öngörülemezdir. Göz yaşını hesaplayamaz, tereddüdü ölçemez. Ama sahte? Sahte sabit çalışır.

Formatlı, planlı, cilalıdır. Algoritma bunu sever. Çünkü onun işi analiz etmek. Ve analiz için değişken değil, sabit gerekir.

O yüzden sen artık kendi gölgenle yarışıyorsun. Ama bu gölge, dijital. Ve senden daha çok beğeni alıyor. Daha çok izleniyor. Daha çok etkileşim topluyor. Gerçek sen geri planda. Adeta figüran. Bir zamanlar başrol olduğun hayatında, artık algoritmanın önerdiği içerik kadar önemlisin.

Kimlik dediğimiz şey eskiden cebimizdeydi. Cilt no, sıra no, anne adı. Şimdi kimliğin, yüksek çözünürlüklü bir .jpg dosyası. Oynatılabilir bir .mp4. Gözle takip edilebilen, veriyle çoğaltılabilen bir içerik. Artık sen, indirilebilen bir varlıksın. CTRL+C ile çoğaltılabilir, CTRL+V ile başka bir hayatın içine yapıştırılabilir bir suret. Dijital çağda senin tek sabitin, değişkenliğin.

Ve her kopyan dolaşıma girdikçe, sen biraz daha çözülüyorsun. Her dolaşımdaki yüz, seni senden koparıyor. Artık kendine bile “Bu gerçekten ben miyim?” diye soruyorsun. Ve cevap sistemden geliyor. Gerçek sen bile kendine inanmak için sistemin onayına ihtiyaç duyuyor.

Çünkü insan zihni görüntüye karşı savunmasız. Psikologlar bunu “truth bias” diye kodlamış: Gördüğüne inanırsın. Ses, ikna edebilir. Yazı, sorgulatır. Ama görüntü? O doğrudan hakikat gibi algılanır. Stanford’un araştırmasına göre, yazılı içerik yerine video sunarsan %68 daha inandırıcı oluyorsun. Demek ki yalanı bile videoya çeker, düzgünce montajlarsan, hakikatin üstüne çıkıyorsun. O hâlde neden gerçeği üzüp de onunla yetinelim?

İşte bu yüzden deepfake dediğimiz dijital illüzyon, çağın başrol oyuncusu. Gerçeği oynuyor. Üstelik çok iyi oynuyor. Gördüğümüz şey gerçek mi? O soruyu artık sormuyoruz. Sadece “Yeterince paylaşılabilir mi?” diye bakıyoruz. Çünkü görünürlük, doğruluktan daha kıymetli. Kimin olduğun değil, nasıl göründüğün mühim.

Ve bir gün… Bir video düşüyor. Sen, bir televizyon programında siyasi tartışma yaparken görünüyorsun. Oysa sen o sırada markette limon fiyatlarına bakıyordun. Ama gerçeklik? Gerçeklik çoktan etkileşime yenildi. Çünkü video yayıldı bile. “Ben değilim” deme lüksün kalmadı. Açıklama yapacak zemin yok. Zemin algoritmanın ellerinde. Yüz tanıma sistemleri, ses benzerliği analizleri, davranış örüntüleri… Hepsi aleyhine çalışıyor. Çünkü sistem, senin gerçekliğinden daha fazla şey biliyor senin hakkında.

Sen hâlâ “günün selfie’sini” paylaştığını sanırken, sistem o fotoğraftan yüz orantılarını çıkarıyor. Göz altı morluğunu ölçüyor, ışık seviyene göre ruh hâlini analiz ediyor. “Bugün üzgün ama 17.30 sonrası normale döner” notunu düşüyor. Sen story’e kalp filtre eklemişsin, o davranışsal reklam rotası çiziyor. Veri madenciliği artık senin yüzünde çalışan bir sanayi kolu.

Ve FBI 2023’te açıklıyor: Bazı iş görüşmelerine deepfake videolarla başvuru yapılmış. Video sahte, CV gerçek. Görüntüdeki senin yüzün, ses başka birinden alınmış. Sistem kabul ediyor. Çünkü artık mühim olan yetenek değil, tıklanabilirlik. Özgeçmişin değil, yüzün konuşuyor. Ve sen, kendi işine bile yedek kalabiliyorsun.

Kasiyersiz marketlerden geçiyoruz. Tuvalet kâğıdı almak için yüz tanıma sistemine girilen ülkeler var. Kimlik sorulmuyor artık. Göz taraması yeterli. Ve gözlerinin ne dediği değil, nasıl baktığı önemli. Çünkü güvenlik, artık bakış analizine dayalı. Ve bakışların, ruhunun değil, sistemin mülkiyetinde.

Michigan’da bir adam hiç gitmediği bir yerden tutuklandı. Neden mi? Kamera görüntüsü, yüz tanıma yazılımına takılmış. Sistem “Bu sensin” dedi. Adam dört gün boyunca “Ben değilim” dedi. Ama gerçeklik, algoritmanın iknasına yetmedi. Çünkü sistem, inandığı şeyden dönmüyor. Ve sistemin inancı, senin gerçeğinden daha kuvvetli.

Sosyal medyada kim olduğunu anlatmaya çalışıyorsun. “Ben buyum” diyorsun. Ama algoritma, seni başka biri olarak tanımlıyor. “Sabah 09:00 ile 11:00 arasında alıntı paylaşan kullanıcı, orta düzey melankoli eğilimli,. Kitap okuduğunu sanıyorsun, o seni “edebi görünümlü sosyal medya profili” diye sınıflandırıyor. O bile değil belki. “İçerik potansiyeli düşük ama zaman zaman viral olabilir” kategorisindesin.

Ve bir gün biri senin gibi konuşursa, senin gibi bakarsa ve insanlar ona inanırsa… Sen ne yapacaksın? “Ben o değilim” deme hakkın kaldı mı? Elindeki tek kanıt, biyolojik varlığın. Ama o da sistemin gözünde fazla karmaşık. Dijital kopyan senden daha anlaşılır, daha sade, daha kullanışlı. Üstelik daha istikrarlı.

Bu artık sadece bireysel bir kriz değil. Devletlerin, demokrasilerin, kamusal hafızanın sorunu. 2024 ABD seçimlerinde Joe Biden’a aitmiş gibi bir ses kaydı yayımlandı. Seçmenlere “Oy vermeyin” diyordu. Tonlama, aksan, nefes… Hepsi uydurulmuştu. Gerçek değildi. Ama yayıldı. Çünkü yalan hızlıydı.

Bir başka sahte video Trump’a aitmiş gibi dolandı. Sinirli, öfkeli, bağıran bir karakter. Gerçek değil, ama inandırıcı. Neden? Çünkü insanlar görmek istediklerine inanır. Çünkü video gerçekse, his de gerçektir. Ve sistem, bu hissi kâra çevirir.

Gerçek gecikir. Bildirim yalanı öne çıkarır. O yüzden artık gerçek olmak, yeterli değil. Yavaş olan her şey gibi, geride kalıyor. Ve demokrasi, gerçeği savunurken deepfake’eyenilebiliyor.

Bugün senin kim olduğunu sistem belirliyor. Hangi renkleri sevdiğini, ne zaman kahve içtiğini, hangi saatlerde kaygılandığını… Hepsini biliyor. Mahremiyetin? Pazarlama kampanyalarında kullanılıyor. Anonimliğin? Çerez politikalarına kurban gitti. Şeffaflığın, sistemin tercihi değil; dayatması. Sen, artık sadece bir birey değilsin. Sen, sistemin en sevdiği içeriksin.

 

 

Ve bir gün biri seni taklit ederse…

Sen, yüzünü değil; niyetini savunmak zorunda kalacaksın.

Ama eğer senin niyetini sistem bile çözemiyorsa…

Peki o deepfake kim?

 

 

Belki Nâzım bir harfi eksik bırakmıştı:

“Ben yanmasam, sen yanmasan…

Bu deepfake kim sanırız ki bizi bizden daha iyi?”

 

 

 

Devam edecek…

 

 

 

Görsel: Pouya Fayazi

Previous

FACE ID Mİ, FAKE ID Mİ?: ALGORİTMALARIN AÇIK BÜFESİ | Yeliz Dövücü

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *