Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

GENÇ ŞAİR: ERKEK-SES, KADIN-SES, TRAVESTİ-SES | Eray Sarıçam
Deneme

GENÇ ŞAİR: ERKEK-SES, KADIN-SES, TRAVESTİ-SES | Eray Sarıçam 

Şu da var: Bugün genç şairin kaçındığı şeylerin başında, “eril dil” geliyor. Çünkü tüm dünya, adına “eril” dedikleri bir şeyden kaçmak ve tüm politikasını bunu üzerine kurmak zorunda bugün. Yoksa siyaset ve edebiyat kamusunda yaşam alanı yok kimseye. Neyse artık o “eril” denen şey yakıp yıkmalıyız bugün. Kendimize alan açmak istiyorsak. Yanlış anlaşılmaya açık bir şey söylüyorum farkındayım. Eril tahakkümü savunuyormuşum gibi. Ama öyle değil. Yok değil. Ben erkek ve kadın olarak iki farklı cinsiyetin olduğuna inanan biriyim. Herhangi bir orta yol ya da başka bir cinsiyetve alternatif bir dil yok. Buna inanıyorum. Cinsiyet ve dil dendi mi Şiirde de bu kadar netim. Bugün eril tahakkümü yeneceğiz, tüm cinsel tercihleri tabii sayacağız ve kadın-erkek ayrılığını ortadan kaldıracağız diye, bir erkek kendi tabiatından gelen erkek-sesten, bir kadın ise kendi tabiatındangelen kadın-sesten kaçınıyor. “Eril” olandan kaçmak gelip erkek-sese ve kadın-sese dayandı. Şiirde, erkek ve kadını yok etmeye dayandı. Bu da ortaya Edip Cansever’in tabiriyle “travesti” bir sesin çıkmasına neden oluyor. Bakın Nazım’ın nasıl erkek bir sesi vardır mesela. Üstelik bu erkeksesten kaçayım diye bir derdi de yok Nazım’ın. Ancak bugün genç şair genel geçere, popüler eğilimlere, politikalara vepoetikalara kapılarak tabiatından gelen sesten uzaklaşma ve erkek-sesten kaçma derdine düşünüyor. Ortaya ise travesti bir ses çıkıyor işte. Şiirdeki sesin bir erkeğe mi yoksa bir kadına mı ait olduğunu anlayamıyoruz. Bile isteye yapılmış bir şey bu. “Tercih.” Aslında bunun, şiirin meselesi bile olmaması gerekir ama geldiğimiz noktada maalesef insanlara erkek-sesinutanılacak, kadın-sesin ise ezikçe bir kabullenmişlik olmadığını anlatmaya çalışıyoruz.

Evet, ben insanın bir tabiatı/normali olduğuna, kadın ve erkekdiye iki cinsiyetin varlığına ve bunların da kendilerine mahsus özellikler taşıdığına inanıyorum. Yani doğal olarak kadın ve erkek diye iki ayrı biyolojik ses ve şiirsel ses var. Bu “doğal” ve “normal” durumu kırmaya çalışan genç şairlerin de poetik seslerini henüz yolun başında yitirdikleri çok açık bir gerçek. Evet, aslında bu konu poetikanın dışında bir şey. Ama şiir, sadece şiir içi meselelerle hallolacak bir iş değil. Siyaset, tarih, felsefe, mahalle baskısı, akran zorbalığı, popüler kültür, sosyal medya vs. hepsi şiirin içinde. Bu anlamıyla günün dayatması ve popüler konusu olan cinsiyetlerin yıkımı, cinsiyetsiz toplum arzusu ve kadın-erkek farkı gözetmemek; şiiri sadece şiir içi meselelere hapsetmek için bulunmaz nimet. Çünküörneğin bir görsel şiirde o erkek sesi, o kadın sesi duymak mümkün değil. Bir video şiirde bunun karşılığı yok. O yüzden şiirin şiirde başlayıp bittiğini düşünmek ve yeniliğin tek yolu olarak teknolojik oyunlarıgörmek cinsiyetsiz toplumundestekleyeceği bir şeydir. Bu tür bir toplum isteği ile teknoloji temelli (tekno-şiir diyelim) deformasyon, video, konstelasyon,montaj, manipülasyon vs. işleri şiir sayma isteği baş başa gider. Birbirlerini besleyen şeylerdir. Fakat dediğim gibi, ortada ne ses ne cinsiyet ne de kişilik (=edebi kişilik) var.

Meseleyi, dış güçlerin oyunu deyip sulandırmanın manası yok. Söylediğim çok açık. Tekno-şiirde poetik kişilik yoktur. (Ki poetik/edebi kişilik şiirde her şeydir). Bu kişiliksizlikte cinsiyetin, cinsiyete dair ses’in, erkekliğin-kadınlığın da yeri yok. Tıpkı bir akıllı cihaz gibi. Duscump’ın ablasına,nalburdan şu şu ürünleri al ve altına imzanı at, imzanın hiçbir önemi yoktur, demesi gibi. Bu, plastik sanatlarda ve diğer edebi türlerde böyle olabilir. Ama şiirde kişilik her şeydir. Türkiyem ile Tütünler Islak gibi.  İkindi Üstü ile Tragedyalargibi. Monna Rosa ile Taha’nın Kitabı gibi. Tekno-şiir ile cinsiyetsiz şiir burada birleşir. İkisinde de “yapan”ın sesini duyamayız. Dediğim gibi: Şiirdeki/işteki sesin bir erkeğe mi yoksa bir kadına mı ait olduğunu ayırt edemiyoruz. Ancak neredeyse her zaman bir şiire girerken şairin yaşı, cinsiyeti ve hatta eğitim durumu şiiri anlamamız için çok önemli bir yer tutar. Bunların hepsi poetik kişiliği oluşturan şeylerdir. Birini bile çekerseniz o şiire giremez, anlayamazsınız. Şiirde erkek sesten bile isteye uzak durmaya çalışmak, buna karşı kasten tavır almak veya bunu şiirin temel bir meselesi sanmak şairi kişiliksizliğe götürecektir. Kişiliksizlik de şiirsizliğe. Ha bir kolaja bakmışsınız ha travesti-sese sahip bir şiir okumuşsunuz.Yaş yok, cinsiyet yok, politik tavır yok. Yani anonim bir şey, mazmunlar dünyası gibi hatta. Anti-eril şiir yazma hevesişaire genel geçer bir popülarite, saygınlık, okur bolluğu ve maddi karşılık verebilir. Ama sadece Cumhuriyet tarihi bile şairler mezarlığı değil mi?

Bir erkeğin, bugünkü cinsiyetsiz dünyada, kendi erkekliğinden geçip cinsiyetsiz dünyaya yelken açması, poetikasını bunun üzerine kurmaya çalışması, olsa olsa, kısacık bir koşudur. Kısacık ama tükenmişlikten ibaret. Ama bakın Ahmet Güntan’ın poetikası, koşusu hâlâ bitmedi, bitmeyecek. Allah sağlık sıhhat verdikçe de sürecek bu koşu. Güntan gençlik bahsinde hepimizden ötede. En gencimiz. Güntan’ın gençliğidiğerleri gibi mi? Tabii ki hayır. Çünkü Güntan poetikasını gay olması üzerine kurmadı. Gay olmasını poetikasını önüne koymadı. Bundan beslendi, yararlandı; hem dünya görüşüne hem de şiirine bu sayede gençlik kattı yeni yollar buldu. İzmirli Ahmet ya da Hitaplar gibi. Şiirine cinsiyetsiz dünya uğruna dişil bir hava katmaya çalışmadı. Kendisini biliyordu. Ben’inin farkındaydı. Gülten Akın da farkındaydı Lale Müldür de. Gülten Akın’ın ve Lale Müldürün “kadın şair/şair kadın” olmak gibi bir kızıl elmaları yoktu. Şair olmak istiyorlardı. Oldular. Güntanın da gay şair olmak gibi bir derdi yoktu. Şair oldu. Hepimizden genç şair oldu.

Erkeklikten ve kadınlıktan caymak, cinsiyeti ve dili obje olarak görmekten başka bir anlama gelmez. Buradan ne poetika ne dünya ne de insan çıkıyor. Yani gayet plastik, organik olandan kopuk ve habersiz bir şeyler dönenip duruyor ortada. Bu da 30-40 yıl önce donmuş/ölmüş biçim ve biçemlerin adını değiştirip önümüze yeni bir mesele gibi sürmek anlamına geliyor. Bu nedenle erkek ve kadınlıktan kaçan isimlerin, yaratıcı olduğunu söylemek de oldukça güç. Direnişi obje haline getiren bir 70 Kuşağı şairi gibi 70’lerin modası toplumculuktu. Değme şairler bile o modaya uydu. Bugün adlarını kim, hangi mecliste anar onların. 70’lerde yazılan Toplandılar, Cinayetler Kitabı, Yedi Güzel Adam veya Beni Öp Sonra Doğur Beni bu modaya uymayan kitaplardı örneğin. Moda gitti tozu, külü, köpüğü bile kalmadı. Bu isimler kendilerinin farkındaydı. Kendilerinin ötesinde herhangi bir işe yüz vermediler. Peki, bir erkeğin genel geçer akımlar için erkekliğinden, erkek sesinden, erkek doğasından geçmesinin; berjere oturup direniş şiirleri yazmaktan ne farkı var. Dolayısıyla direnişi, teknolojiyi ve erkek-kadınlığı amaç beklemek sadece öğrenilmiş işlerdir. Yani hazır olana varmak, hiçbir risk almamak. Koronun şiirini yazmak. Hayatsız şekilde önceki moda işlerin tekrarı Ama tekrar olduğu için bugün de karşılık bulacaklar, okunacaklar, paylaşılacaklar. Yine de hiçbiri İzmirli Ahmet olmayacak.

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *