XIV.
Göçen Kervanın Ardından
Yaser Arafat Kudüs üzerinde hak etmek için soyunu Yebusîlere dayandırma argümanını kullanmıştı. Yebusîler; kökenlerinin Arap yarımadasına uzandığı iddia edilen bir halk. Zamanında Arap yarımadasından kalkıp Filistin bölgesine gelmiş ve oradaki yerli halklarla karışmışlar. Kudüs’te yaşamaktalar. Tüm Filistin halkları gibi onlar da kitabî bir kültüre sahip değiller ve tarihe yazılı bir kaynak bırakmamışlar. Gel zaman git zaman, Davud aleyhisselam İ.Ö. 1000 dolaylarında Kudüs kentini işte bu Yebusîlerin elinden almış.
Yaser Arafat bugünkü Arap etnisitesine dayanarak, Yebusîlerden geldiklerini, dolayısıyla Kudüs üzerinde hakları olduğunu savundu. Yahudiler ise bunun üzerine Hz. Davud döneminde Kudüs’ü fethettiklerini iddia ettiler. Oysa hakikat bu mu? Kur’an-ı Kerim okuyanlar, Allah’ın biz Müslümanlara “Hanif İbrahim Milleti” dediğini bilirler. Yani biz, Hz. İbrahim ile aynı milletteniz. Doğal olarak Hz. Davud ile de. Hz. Davud; İsrail’den çok benim peygamberimdir. Haliyle Kudüs’ü İ.Ö. 1000 tarihinde İsrail değil ben fethettim. Sonra Hz. Ömer ile Kudüs’ü tekrar fethettim. Hz. Davud’dan 2000 yıl kadar sonra Hristiyanlar Haçlı seferleri ile Kudüs’ü ele geçirince Selahaddin Eyyübî ile Kudüs’ü tekrar fethettim.
Etnisite/ırkçılık çukuru Kudüs’ün tamamıyla İsrail’e terkedilmesi tehlikesini doğuruyor. Dünya çapında sermaye ve medya gücünün kimlerin elinde olduğunu hesaba katarsak, etnik bölünmelerin kime hizmet ettiğini bu örnek üzerinden daha iyi idrak edebiliriz. 17. yüzyılda ortaya çıkan antropoloji; uzun süre boyunca birçok farklı iddianın ortaya atıldığı ve temelinde Beyaz Avrupalıların üstünlüğünü savunma gayesi güden bir bilim dalı görünümü arz eder. François Bernier ile başlayan bu hikaye, insanları ırkına göre tasnif etmeye odaklandı. İnsanları kulak kirlerine varana dek tasnif etmeye çalışan antropologların Beyaz Avrupalı olmayanlara olumsuz sıfatları nasıl yapıştırdığı ayrıca araştırılabilir. Antropolojik tasnif çabalarının temelinde Avrupa’nın tüm dünya üzerinde kendi hakimiyetini kurmasının esasları, kriterleri yatar. Oysa Hz. Ömer, Selahaddin Eyyübî yahut Geyikli Baba yaptıkları işleri antropolojiye dayandırmıyordu. İstiklâl Harbi de tek dişi kalan Avrupa medeniyetinin esaslarına göre verilmedi. Bunun delili bizzat Lozan Anlaşmasıdır. Lozan’da etnik kökenine bakılmadan gayrimüslimler azınlık sayıldı. Antropoloji ise Hz. Davud’u yahut Hz. İbrahim’i benim elimden çalarak İsrail’e veriyor. Biz müslümanların antropolojiye değil Allah’a iman etmemiz, yani Nahl suresi 123. ayete biat etmemiz gerekiyor. Hz. İbrahim’i, Hz. Davud’u benden koparan Batı’dan kopmamız gerekiyor. Batı karşıtlığı, Batı’nın standartlarını kabul ederek yapılıyorsa orada ya büyük bir cehalet ya da sinsi bir işbirliği vardır.
Davud Aleyhisselam, Yahudilerden çok benim peygamberim değil midir? Adem Aleyhisselam’dan Hz. Muhammed’e uzanan silsilenin içerisinde değil midir? Filistinliler ne ara Davud Aleyhisselam’dan vazgeçti de kendilerini Yebusîlere şunlara bunlara dayandırır oldu? Antropoloji bilimine dayanarak biz İstanbul üzerinde yahut Araplar Kudüs üzerinde nasıl hak iddia edecekler? Hz. Davud’u sahiplenemeyen biri, Kudüs üzerinde hangi siyasi hakkı talep edebilir? İşte, edemiyor da.
Yazının başında vurguladığımız gibi Davud Aleyhisselam’dan evvel Kudüs’te ya da Filistî topraklarında yazılı belge bulamıyoruz. İnsanlar yazı kullanmıyorlar. Kitabî bir kültürleri yok. Eski göçebe kültür korunmakta. Dolayısıyla Kudüs’ün Kudüs oluşu Davud Aleyhisselam ile başlamıştır. Bu da haliyle Hz. Davud’u kimler sahipleniyorsa, Kudüs üzerinde onlara siyasi bir hakimiyet talep etme hakkı doğuruyor.
Hep söylerim, eğer Türklüğümüzü etnisite ile açıklayacaksak evvela Mehmet Âkif’i şiirleriyle birlikte Arnavutluk’a postalamamız gerekir. Bu çılgınlık bizim doğrudan doğruya yok olmamız demektir. Bırakın kendimizi Asya topraklarına atabilmeyi, burada avuçlarını kaşıyarak bekleşen akbabalara yem olmamız işten bile değildir.
Eğer dünyayı modern Batı biliminin bize dayattığı gibi etnisitelere göre böleceksek Hz. Davud’u ve mirasını sahiplenme ihtimalimiz kalmıyor. Homeros’u ya da Hititler’ide öyle. Hepsinden öte, peygamberimiz Hz. Muhammed’i de öyle. Daha Âkif gibilere gelemedik bile. Mimar Sinan ilk akla gelenlerden. Etnisite bir çukurdur. Türk milleti, dünya karşısında belirli bir mirası sahiplenmek ve belli bir tavrı ortaya koymak bakımından Türk milleti olmuştur. Üstünlük takvadadır. Etnisite davasının peşinden gitmek yalnızca Kudüs üzerinde siyasi bir hak talep edememek gibi sonuçlar değil aynı zamanda kültürel olarak da derin kayıplar yaşamayı beraberinde getirir. Bunun bir akıl tutulması aşikar olduğu halde bu satırları yazmak zorunda hissedişim nedeniyle hayıflanıyor muyum? Asla. Uzak bir gelecekte bu satırlar okunursa dünyanın hangi cenderelerden geçtiği bir kez daha ortaya konmuş olacaktır.
Susan Wise Bauer, Antik Dünya adlı kitabında şöyle bir cümle sarf eder: “Sur tapınakları Filistîlerde olduğu gibi balık–tanrı Dagon’a adanmıştı, bu da ortak atalara sahip olduklarını gösterir,”. Dagon, denizle ilişkili bir balık-tanrı. Sur, bugün Lübnan’da bulunan bir antik şehir. Filistî denilen yer de kabaca bugünkü Filistin. Modern Batı biliminin çalışma prensiplerini ele veren kritik bir cümle. Birbirine yakın iki bölgede aynı puta tapılıyor ve buradan yola çıkarak bu iki bölgedeki insanların aynı etnisiteye dahil olduğu sonucu çıkarılıyor. Fakat o insanlar bize bu yönde bir beyanları bulunan hiçbir metin bırakmadılar. Dünya siyasetinin antropoloji biliminin gelişmesiyle birlikte bu “varsayımlara” göre dizayn edilmesi size garip gelmiyor mu?
Dünyanın etnik tasnifi; herkesten çok Yahudilerin işine geliyor. Onların tezlerini desteklemekle birlikte biz Türkler gibi kendilerine tehdit olabilecek milletlerin tezlerini de çürütmüş oluyor. Nitekim Yahudilik ve Musevilik öyle iç içe girmiş durumda ki, etnisiteleri ve dinleri tamamıyla bitişik hale gelmiş. Bu nedenle etnik tasnif Yahudilerin Filistin’i işgal etmesinde, Kudüs’ü sahiplenmeye çalışmalarında altın değerinde bir rol oynuyor. Biz Türkler bu tasnif yüzünden ne Davud Aleyhisselamı, ne Süleyman Aleyhisselamı, ne peygamberimiz Hz. Muhammed’i sahiplenebilir durumda kalıyoruz. Bu korkunç delilik saat gibi tıkır tıkır işlerken, biz içeride birbirimizi yemeye ve bir mazoşistmiş gibi birbirimizi dişlemeye vakit harcıyoruz.
Devam edecek…