Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

“Ruhsatsız” Buluşmaları (I) | Can Ülgen-Berat Korkmaz
Poetika

“Ruhsatsız” Buluşmaları (I) | Can Ülgen-Berat Korkmaz 

Ruhsatsız” Buluşmaları (I)

Konuklar:

Can Ülgen (Olanla Yetim), Berat Korkmaz (Ejderhanın Üflediği)

Kayıt: Kadir Tepe

 

 “Şiir kurmaya” iten temelde ne yatıyor, diye konuya girelim direkt. Şöyle ki: O fısıltı kulağımıza ne zaman gelip de yaslanadurdu? Nereden iniyor, şiir…

 

CÜ: Beni burkan şeylerin izinden gittim, hep. Bu, düşüncelerimin iniş çıkışlarını şekillendirdi; inceliğimi de besleyen o merhamet duygusu oldu. Beni bırakmayan bir şey varsa, işte odur. Merhamet insanın özüne iner; kimisi gamsız olur, kimisi karınca ölüsüne methiye düzer. Ben kendimi hep bir boşluğun içinde duyulan -yel- sesini dinlemeye adıyorum. O ses bir bütünlükten oluşmuyor. O, ayrı frekanslardan gelen, her yaşanmışlık ve acıdan doğan parça parça cızırtılar. Kulaklarımı rahatsız ettiğinde, “Yazmalıyım!” diyorum. Ruhumdan çıkmalı ki sizleri de rahatsız etsin. Nazım Hikmet, 15 yaşında, “Feryad-ı Vatan” diyerek ilk şiirini yazmış. Onun kulağına da manda ve himaye sesleri, silahların yankısı, yoksulluğun feryadı gelmiş olmalı. Paşa torunu bir gencin bunu hissedip yazması, zamanın yükünün ruhlarda nasıl yankılandığını gösteriyor.

 

BK: Cahit Sıtkı’nın şiirin yüzde biri ilham yüzde doksan dokuzu çalışmadır sözüne katılıyorum. Şiir için bir fısıltıya, ilhama ihtiyaç görmüyorum. İlham meleklerim yoktur, ben ilhamı meleklere üflerim der Mevlâna.

İmge: Rahatsızlığın harekete geçirme gücü;

Ancak yine de gözlemlerimden yola çıkarak şiir kurmaya iten şeyin tahkir ve tahrik arasında olduğunu söyleyebilirim. Yani hayatta bazı şeyler insanı rahatsız eder ve bunun sonucu olarak da bir harekette bulunuruz. Bunu sadece politik ya da sosyolojik bir mesele gibi de görmemek lazım. Bir aşk meselesinde de olabilir. Yahut bir kelimenin tüm insanlar tarafından belirli bir anlamıyla anlaşılması da rahatsız eder şairi. Buradan imgeye ulaşır.

 

“Besi unsuru” yaşadığımız alanı mı kapsıyor yahut hayata dair arzu ettiğimiz şeyler bütününü mü çepeçevre sarıp sarmalıyor? Şiirdeki darlığı genişleterek mi esas imgeye ulaşılıyoruz?

 

CÜ: İnsan, başlı başına bir vaka. Bu, psikolojiyi anlamaya çalışan herkesin ortak fikri. Hatta adım atarken bile psikolojik etkiler peşimizi bırakmıyor. Konfor alanı ise çoğu psikolog tarafından söylenen bir olgu haline geldi. Laf arasında konuşurken de insanın kendi benliğini aşabilmesi için konfor alanından çıkması gerektiğini konuşuyoruz. Ancak Necatigil’in dediği gibi: “Yüksek dağların orda çevre yok,”.

Nereye giderseniz gidin, bir çevre mutlaka oluşur. Şiirin darlığı ya da genişliği de bundan nasiplenir. İnsanın metafiziği neredeyse, ruhu da oradadır.

 

BK: Şiir yazmak için beslenmeye ihtiyacım yok. Ben bir besi hayvanı değilim ve şiir yazmak hayatta kalmamı sağlamıyor. Çok derin anlamlar yüklemiyorum bu kavramlara. Fakat yine de bir Arap bir sözü: “Aslan yediği şeyden oluşur,”. Hepimiz yediğimiz şeyden oluşuruz. Yani zihnimizin tükettiği şeylerden. Şiirin anlamı şairin karnındadır çünkü.

 

Sahip olduğumuz kitabın karşılığı nedir, tam olarak nereden bizi işleyedurur? Başka kitaplar dururken masada, bize ait bir kitap yaratmanın anlamı nicedir?

 

CÜ: Berat ile “Kitabımız aynı yerden çıksa ne iyi olur.” der dururduk hep. Bu da Fabrik Kitap’ın şiir serisiyle oldu. İlk kitaplar da bizim kitaplarımız yanlış bilmiyorsam. Şiirden ilk paramı bununla kazandım. Anneme ufak da olsa bir hediyelik aldım. Eve giderken içimde garip bir sevinç mi denir bilmiyorum, öyle bir duygudurum vardı. Yıllar önce şiir yazdığıma inanmayanlar beni artık şair olarak biliyor. Bu bile hayata karşı “Tamam, bak bu masada ben de varım,” diyebilmek.

 

BK: Tanrı değilim, sonsuz değilim, ölümsüz olmayacağım. İnsanın ölümsüz olmaya duyduğu o ilkel ama kuvvetli arzudan kaynaklanıyor yeni bir şey yaratma ihtiyacı. Kendi egomuzu tatmin etmek için tüm bunlar.

 

Şiir bize ne katabilir, bizim neyimiz olur, ki böylesine bir zehri neden dur durak bilmeden içip duruyoruz? “Şair” kim ki(!)

 

CÜ: Zehir içtiğimizi düşünen öncesinde panzehir içtiğimizi düşünür mü ki? Bir trenin önüne atlayan insan için “Keşke hayatı biraz daha geri alsaydı,” diyebilirler miydi? Bu soruların hepsinde hem vicdan hem de hayata karşı bakış açısı barınıyor. Ben midem dışında herhangi bir hastalıkta hemen ilaca koşanlardan olmadım, hiç. İnsanın biraz da mecazi anlamda zehirlenmesi gerekiyor ki hayat aksın, bir yere kadar bıraksın bizi. Herkesin 1 dakikalık reels ile milyonları götürdüğü çağda, bir şeyleri hakir görüp -yazı yazma- sorumluluğu üstlenmek de, yine o vakit kavramındaki (herkese nasip olmayan) kişilik olduğunu düşünüyorum. Elbette, “Basit bir şey şiir yazmak,” diyebilirler, ben bununla böbürlenmiyorum lakin Türkçenin geleceği için de çağdaş şairlerin adımlarını, düşüncelerini, yeni fikirlerini saygıyla karşılıyor ve önem veriyorum. Şiir yazmak ile “iyi şair” olabilmek arasında ince bir çizgi var. Keşke toplum olarak biraz bilincinde olsak bu durumun.

 

BK: Şiiri ne şiirle ilgilenen “bazı” kesimlerce yüce ne de şiire ilgi duymayanlar gibi bayağı görüyorum. Şiir bu ikisinin arasında bir yerde bence. Yüce ve sıradan olanın ortasında. Onu değerli kılan şey, her ikisinden de çok şey alması ama her ikisine de benzemiyor olmasıdır. Şiir yalnızca kendine benzer.

Şiir kutsalı, kutsal olanı tahrik etmelidir. Buradaki kutsaldan kasıt yalnızca dini temayüller ya da belirli temrinler değildir. İnsanın değer atfettiği her şeydir. Böylece şiir, kutsal olana yakınlaşır ama asla onun yerine geçmez. Böyle bir gayesi yoktur. Şiir kendi gerçekliğini kendi yaratır. Kıyas ve rekabet onun doğasında yoktur.

Şiir bize özgürlük alanı tanır. İmgelerin evreninde alternatif bir evren yaratır. Durup durup oraya kaçarız.

Bir başka cevabı da estetik olabilir. Düz bir gazete yazısıyla şiir arasındaki fark bu hususa örnek verilebilir.

 

Poetik hizamız kişiliğimizle nasıl bir orantıya sahip? Vücut mu yoksa ruh mu şiiri etkisi altına alır? Şair yürüdükçe ardında neler bırakır(!)

 

CÜ: Yıllar geçtikçe yaşadıklarımız, hayata bakışımızı değiştirir. Elbette sınırlar ve çizgilerimiz olur; fakat üslubun zamanla değişmesi gerektiğine inanıyorum. Zaman, insanın en çok dönüşüme uğradığı metot oyunculuğu: kiminin iyi kiminin kötü. Bir imgelem kuracaksam bunun şiirde bir ses ya da görsel olarak yankı bulacağını bilirim. Şairin poetik hizası, yaşantısıyla derin bağlara sahiptir. Biz mücadele ederken ne kadar dik duruyoruz ki şiirimiz de kambur çıkmasın.

Aslında şair ardında hiçbir şey bırakmaz, bıraktığı da zaten hiç yanında olmayan şeylerdir. Ama bu söyleşiyi okuyanlar, dilerlerse hayatında bir defaya mahsus “Hariçten Gazelciler” dinlesinler. Ömür Kılıçaslan, kendisiyle fiilen tanışmadık fakat müziği beni çok etkiledi. Hem çağlama mucidi hem de grubun solistiydi. 23 yaşında, aramızdan erken ayrıldı. Çok geç denk geldim bu grubun müziklerine. Umarım sizin için geç değildir. Bunu bırakmış olayım burada, okuyucuya.

 

BK: Kendimi yazmıyorum. Kendimi yazsam hoşuma gitmez. Başka bir şeyi yazıyorum. Yabancısı olduğum bir alana girmek ve konfor alanımı sarstığını görmek arzusu… Onunla oynamak, onu değiştirmek ve ona bambaşka bir anlam yüklemek. Benim için budur şiir. Yadırgatıcı olması, yoksun olduğum şeyi barındırması… Onu arıyorum, onu buluyorum ve her seferinde mükemmel bir kaybedişle son bulmasını diliyorum. Yeni anlamlar kaybettiğini hatırlamamakla mümkün.

“Kendi içinde anlamdan arındırılmış hiçbir ses ve renk yoktur. İnsan elinin onlara dokunmasıyla doğaları değişir ve yapıtlar dünyasındaki yerini alırlar. Ve bütün yapıtlar birer anlam olarak son bulurlar. İnsan elinin dokunduğu her şey bir amaçlılıkla renklenir, bu bir ‘oraya doğru gidiş’ -tir,”.

 

Aşk meşk işlerinin modası geçti, değil mi? Sahih manada, “Şiir Modası” nedir artık?

 

CÜ: Yahu, ben bu moda işlerine pek ayak uyduramam. Bana pek uygun gelmez, insanların yaşam biçimleri. Bu sebeple herkesin yaşam fikrine hayranlık duymaya çalışırım. İçimdeki uyum yalnızca beni özel kılan bir şeydir. Misal, geçtiğimiz sene birçok şairle buluşup sohbet ettiğimiz gün, bol paça bir pantolon giymiştim. Bir yıl boyunca, bu mevzunun geyiğini yaptılar. Hoş, komik olan her şeye kahkahalarla eşlik ederim. Onlara da etmiştim, ne yalan söyleyeyim. Şimdi dönüp bakınca, buradan bile bir anlam çıkabiliyor. Lakin Türk Şiirinde, Cumhuriyet Dönemi sonrası, Türk Öykücülüğünde başlayan Garip Akımıyla olduğu gibi birçok yaşam tarzı, benimseyiş ve düşünce ortaya çıktı. Bunlar, bir hayatın ve bir zamanın nasıl yaşandığının getirisidir. Şimdi ben desem “Görsel şiir saçmalık,” belki bundan yirmi sene sonra görsel şiir yazacağım. Şiirin modası zamandır ve artık şair de okuyucu da yaşamının neresinde duruyorsa oradan baksın.

Aşk mı? Memleket bu haldeyken…

 

BK: Moda kapitalist bir terim, şiir ise antiakapitalist bir terimdir. Modadan kastınız popülerlikse anadolunun hepsi bunu yazıyor. Her türk şair doğar…

Şiir modayı rahatsız etmeli. Budur şiirin modası.

 

Sahiden, çantamızda ne var?

 

CÜ: Benim çantamda genelde mide ilaçları bulunur. Bu konuda çoğu eczacıyla istişare ettikçe, neredeyse onlarla aynı düzeyde bilgiye sahip olmaya başladım. Artık bilincimde mide ilaçlarına dair pek çok şey var. Zihnimde dönen her şeyin, zamanı gelince kulağıma geleceği hissi hep içimde. Şiir de böyle kulağıma geliyor. Bazen birinin, “Artık debelenip durma da ne yapıyorsan yap,” demesi gerek.

Çantam, benim konfor alanım. Aynı zamanda beynimde bir yerde duran şeyler: Yara bandım, elime sıktığım likör, yolda tutsun diye birkaç tuzlu kraker ve üç-beş kağıt parçası…

Bunlar da öyle. Çantamı boşaltsam şiir olur diyemem ama Berat’ın omzunda şiirin getirdiği bir çanta izi olduğunu biliyorum.

 

BK: Gerçek anlamda bir çantadan söz ediyorsak diğer şair arkadaşlar gibi afili bir çantam yok. Genellikle çantayla da gezmem. Ancak eski tabirle “şairin bohçası” anlamındaki çantaysa kastedilen kendimle karşılaşmak isterim. Yani Rimbaud’nun tabiriyle bir başkasıyla. Kendimi yazmadığımdan bahsetmiştim. Birey birden çok kişiyi yansıtabilir. Farklı personaların gölgesi altında kendini yazıyor gibi görünüp bir başkasını anlatır. Çantam böyle benlerle dolu olsa keşke…

 

“Hadi, şairi insandan ayıran -bir- özellik söyleyelim,”.

 

CÜ: Yetişmesi.

Bir gün uzanmadan bağcıklarımı bağlayabileceğim.

 

BK: Biyolojik olarak hiçbir farkımız yok. Hepimizin donu aynı rüzgârda kuruyor. Şair, hayatı dille düşünüp dille yaşaması bakımından diğer herkesten ayrı bir konuma sahip olabilir.

“Güzel işleriniz olsun diyen bir insana teşekkür edilir. Ancak şairse bu, şiir olur. Bu sebeple şair çoğu kez, şiiri düşlerken hayatı ıskalar. Çevresindeki tüm şatafat ve güzelliğe bakar gibi görünür ancak tek düşüncesi şiirdir.

 

Şair zamanı ve mekânı nasıl tanımlar?

 

CÜ: Bana göresi şu: Şair nerede bulunuyorsa ve bulunmayı hayal ediyorsa zaman da mekân da ona göre tasarlanır.

Bulunmak, tüm eylemlerin başlangıcı.

 

BK: Zaman;

Şair ilk insandan kıyamete kadar tüm zamanlara meydan okur. Zamana ve mekâna esir olmaz, onları esir eder. Çünkü şair bozguncudur.

Mekân;

Şair şiirlerinde sahih bir mekânı çizer gibi görünse de aslında yapay bir mekânı düşler. Heteretopya. Alternatif mekân. Şairin öznesi olduğu mekân fazla sığ ve yavandır. Bu sebeple şair mekanla oyunlar oynar. Kendine farklı mekanlar yaratır. Bazen de bu durum zaruretten doğar. Şairin önünde 3 seçenek vardır. Bir: Günü kaçırmak için utku eşittir uyku. İki: Tası tarağı toplayıp sonsuz zannettiği -ki bu bir zan mıdır yoksa gerçeğin ta kendisi midir bilinmez ya da bazısı birinci seçeneği daha kuvvetli kılmak için Yahya Kemal’in şu dizesine dayanır: Ölüm sonu gelmez bir uykudur- yere doğru yolculuğa çıkar. Üç: Dayanılır gibi olmayandan kaçarak kendini şiir ile kandırır.

 

Son olarak: Neden-nerede-kim bu, “Ruhsatsız”?

 

CÜ: Aslında Ruhsatsız, yıllardır Türk Şiirinde gaza gelen “akım” ilkesiyle gelişti. Biraz da şiire aykırı görünen, yeni bir şeyler söyleyebilme hevesiyle ortaya çıktı. Neydi bu şeyler? Bir fikir, bir içtima, sabah erkenden kalkıp şiire acıkma… Ne kadar türetirseniz türetin, oluşturduğu boşluk bu gibi imgelemlerle tamamlanacak.

“Nerede?” sorusuna gelirsek, geçtiğimiz günlerde Kadir’in web sitesine geçeceklerini duyduğumda bu soruya bir yanıt buldum. Şiir aynı zamanda böyle bir şey. Mekânı değişiyor ama imkânı ve geleceği değişmiyor.

Tabii, elbette bir yerde bitecek. Bittiğinde, hangimizde yaşama ruhsatı kalır, hangimiz hâlâ ruhsatsız olur, tahmin etmesi zor.

Olanla yetinmekten başka çaresini bulduğunuz yeni bir yıl diliyorum herkese.

 

BK: Sevgili Kadir’in henüz ilk kitabı yeni çıkmıştı: Yularsız Atın Radyosu. Kitabı kendisinin dahi eline ulaşmadan alıp okumuştum. O zaman için çok beğenip kendisiyle tanışmıştık. Ruhsatsız mevzumuz işte böyle, Kadir ile tanıştıktan sonra başladı. Bir, iki, üç derken daha birçok dostumuzda bizimle bu sürece dahil oldu. Ruhsatsız tamamen süreç içinde gelişip büyüdü. İşe koyulurken üç-beş kişi ya var ya yoktuk. Şimdi kişileri geçtim, Ruhsatsız ile birlikte kurulan Fabrik’in, 2025’e 50. kitabıyla giriyor olmanın gururunu yaşıyorum.

 


Berat Korkmaz, Kadir Tepe, Can Ülgen

 

Olanla Yetim | Can Ülgen

Ejderhanın Üflediği | Berat Korkmaz

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *