Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

SİYATİK* YAZILARI | Kadir Tepe
Deneme

SİYATİK* YAZILARI | Kadir Tepe 

 


*
Hem duyarlılık hem de hareket siniridir.

 

II.

 

Türk şiir eleştirisi, şiiri katı kurallara hapseden akademik bir dogma mı, yoksa dilin ve anlamın sinir uçlarına dokunan bir sabotaj girişimi mi? Şiiri açıklamak değil, bozmak mı amaçlanıyor? Geleneksel poetik okuma ile modern çözümlemeler arasındaki bu gerilim hattı, şiirin kodlarını çözmeye mi çalışıyor, yoksa onları yeniden yazan bir müdahale mi?

 

Şiiri Açıklamak Değil, Bozmak: Şiirin Eleştirisi mi, Eleştirinin Şiiri mi?

Poetika, estetik formun –felsefi– bir sabit olmadığı, aksine, tarihsel düzlemde sürekli dönüşen, dilin ve sesin ontolojisini yeniden biçimlendiren, bazen bir spekülasyon nesnesi bazen de retorik sabotaj olarak yeniden yaratılan bir akışkan yapı hâlinde zuhur edebilir/etmelidir. Klasik şiir anlayışı, uzun bir vakit boyunca, anlamın sabitlendiği, sesin ölçüyle disipline edildiği, sözcüğün yalnızca işaret olarak kabul edildiği, metrik düzenin ve sentaktik katılığın hâkim olduğu bir sistem içinde varlığını sürdürdü. Mevcut sistem, Osmanlı divan edebiyatından itibaren şekillenen, belli bir estetik ideal etrafında kurulan poetik inşanın parçası olarak, anlamı hem mimari hem de kartografik düzen içinde okumaya çalıştı. Ne var ki, şiir yalnızca gösterge sistemi, semantik organizma olarak kavranamaz; onun içinde, dilin sınırlarını aşındıran, anlamın bilinen eksenlerini kaydıran, sözcükleri yalnızca işlevsel araç olmaktan çıkararak onları ritmik patlamaya, fonetik şiddete, semantik anarşiye dönüştüren bir başka dinamik vardır.

Batı şiir teorisi ile geleneksel Türk-İslam poetikasının karşı karşıya gelişi, salt bir form tartışmasının ötesine geçerek, epistemolojik ve varoluşsal çatışmaya dönüştü. Modernizmin biçimsel kırılmaları, Garip hareketinin alaycı ironisi, İkinci Yeni’nin semantik sabotajı ve postmodern şiirin disiplinlerarası dağınıklığı, geleneksel form anlayışını ve onun taşıdığı ontolojik kabulleri sarsarken, eleştiri mekanizması bu değişime ne kadar uyum sağlayabildi? Şiir, anlamı gövdesinde barındıran yapı değil, anlamın sürekli çözülerek yeniden kurulduğu, her okurda farklı bir eksene kaydığı, dilin iç ritmiyle varlık kazanan bir alan olduğuna göre, eleştiri de yalnızca metin merkezli bir analiz olmaktan çıkmalı, şiirin ritmik devinimini, semantik sarsıntılarını, fonetik kırılmalarını, metnin içindeki boşlukları ve yarıkları gözlemleyerek yeni bir algı biçimi geliştirmelidir.

Burada, Barthes’çı bir ölüm anlatısı devreye girer: “Şair öldü, yaşasın eleştirmen!”. Geleneksel poetika, anlamın şair tarafından üretildiği ve okurun bu anlamı çözmeye çalıştığı doğrusal bir epistemolojik model önerirken, modern eleştiri, anlamın sabit olmadığını, her okuma ediminde değiştiğini, metnin kendisinin sürekli yeniden yazıldığını iddia etti. Derrida’nındifférance” kavramı, anlamın ertelenmesi üzerine kurulu bu yeni epistemolojik çerçevenin temel taşlarından biri haline geldi: Kelime, yalnızca gösterdiği şeye işaret etmez, aynı zamanda başka bir şeye işaret etme potansiyeli barındırır, böylece her anlamlandırma çabası, yeni bir anlam kaymasına neden olur. İşte bu noktada eleştiri, artık şiirin anlamını açıklayan değil, onun içinde devinen, ona dahil olan, hatta bazen onunla birlikte kaybolmayı göze alan varluk pratiği olarak düşünülmelidir.

Lakin akademik eleştiri, özellikle yapısalcı ve biçimsel analiz odaklı yaklaşımlar aracılığıyla, şiiri sabit bir yapıya oturtmaya, onun anlamını formüllerle çözümlemeye, meniyi bir dil mühendisliği nesnesine dönüştürmeye devam etti. Şiirin içinde var olan akışkanlık, eleştirinin metodolojik dogmatizmi içinde kuruyup kaldı. Şiirin ritmik, fonetik ve semantik sapmalarına duyarsız kalan bir akademik eleştiri, poetikayı yalnızca analiz edilebilir bir yapı olarak kavradığında, aslında şiirin en temel dinamiklerini göz ardı etmiş oldu. Çünkü şiir, yalnızca anlatı değil, bir ses peyzajı, fonetik deney, imge coğrafyasıdır. Onun içinde sessizlikler, bağırışlar, ritmik çarpışmalar ve dilin bilinen haritasını bozan sapmalar vardır.

Öyleyse şiir, bir müzik mi, yoksa matematik mi? Geleneksel poetika, onun bir matematik olduğu konusunda ısrarcıdır: Ölçüye dayalı düzen, anlamı belirleyen kural sistemi, kelimenin ses değerine indirgenebileceği yapısal çerçeve. Fakat modern şiir, kelimenin yalnızca gösterge olmadığını, aynı zamanda titreşim, kopuş, ritmik bozulma, sessizlik içinde genişleyen alan olduğunu gösterdi. O halde eleştiri, yalnızca anlamı çözen değil, aynı zamanda onun içinde kaybolmayı, metnin kendi kaotik doğasına uyum sağlamayı öğrenmelidir.

Eleştiri, metni harita gibi okumaya çalışmak yerine, onun içindeki topografik düzensizlikleri keşfetmeli, kelimenin yalnızca anlam taşıyan araç olmadığını, aynı zamanda ritmik sapma, fonetik saplantı, çağırış ve eksen kayması olduğunu kabul (edebilir) etmelidir. Eğer şiir, anlamın sabitlendiği bir yer değil de sürekli devinen varlık alanıysa, eleştiri de onu açıklamaya çalışmaktan çok, ona dahil olan, onun içinde salınan epistemolojik pozisyon (geliştirebilir) geliştirmelidir.

Buradan bakınca:

Şiir, yalnızca anlamın inşa edildiği bir mimari değil, anlamın kendi üzerine çöktüğü, her okurda yeniden kurulan, sözcüklerin titreşimleriyle genişleyen varlık formudur. Eleştiri, bu titreşimi duyabildiği, ona eşlik edebildiği, anlamın durağan değil göçebe olduğunu kabul ettiği ölçüde şiirin özüne yaklaşabilir. Çünkü şiir, anlamı tüketen değil, sürekli üreten, her okuma ediminde kendini yeniden inşa eden enerji alanıdır… Ve eleştiri, ancak bu enerjinin içinde var olmayı göze aldığında, şiirin esas doruğuna yaklaşabilir:

“Şair öldü, yaşasın eleştirmen!”

 

Devam edecek…

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *