Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

TESLİM OLMUŞ NEFS | Sena Alper
Öykü

TESLİM OLMUŞ NEFS | Sena Alper 

 

 

VI.

Siber Nefs Terbiyesi

 

 

 

 

 

farizadur sana sen seni sakın

kim ola bencileyin sana yakın

Yunus Emre

 

 

 

 

 

Allah’ın benden razı olduğunu nasıl bilebilirdim? Bir rüya bir işaret beklemiyordum. Bence bir nefs ölene kadar “Acaba Allah benden razı mı?” diye ufak da olsa bir endişe taşımalıydı. Bu ölürse insan unuturdu. Yetim başı okşamayı, doyurmayı, sadaka-i cariye olacak ameller etmeyi… Ne bileyim. Ben nereden bilebilirim ki? Tek bildiğim mucizevi bir işaret beklersem sonumun tımarhane olacağıydı. Bu devirde böyle şeyler kabul görmezdi. Zaten gerek de yoktu böyle şeylere.

Niyetimi iyice halisleştirmeliydim. Bu deneyi ne  için yapıyorum? Her şeyden önce kendim için üst insana ulaşmak istiyorum. Sonrası ise yani bir yan emel olarak bu siber nefs terbiyesini kılıflarımla birlikte bir örnek projeye dönüştürüp ilgili kurumlara vermek istiyorum. Belki buradan alacağım parayı unutursam, kabul etmezsem belki bu proje sadaka-i cariyem olurdu. Ben öldükten sonra da bu proje kullanıldıkça benim hayrıma olurdu. İnşallah… Peki niyetim halis mi? Bir de bu projede sonuçta insan duyguları apaçık saklıydı duygu dolabımda birer küre olarak. Ya kötü emelleri olan birinin eline geçerse? Atomu parçalayanın bir gün onun bomba olarak atılacağını bilmemesi gibi. Yooo. Bir şerh düşülmeli her buluşa. Ben bir kilit koyacağım projenin girişinde. Kılıfların bedenle eşleşmesi için zaten halis bir niyet taşıyor olma şartını eklemiştim. Fakat yine de insan şüphe ediyor kendinden? Ki belki de formül budur: Havf ile reca arasında olmak. Hiç ümidini kesmeden zaman zaman endişelenmek akıbetin için.

Bugün için tasarladığım beden kılıfıma baktım oldukça taze, mis kokulu bir kılıftı. Fakat onu yalnızca ölçüm yapılacağı saatte giyecektim. 6 gündür ilk defa yalın bedendim. Sadece annemin ördüğü yelek vardı dolabımda. Onu giyindim. Biraz dar geldi ne de olsa 15 yaş için örülmüştü. Umursamadım. Bugün tam manasıyla özgürdüm. Beden kılıfının kısıtlamaları, önermeleri, içime işledikleri olmadan bir başımaydım. Evdeki genel ağın fişini çekmiştim. TP de devreden çıkmıştı. Özgürüm diyorum, bu şu demek değil. İçeceğim, sevişeceğim, gezeceğim. Özgürlüğün artık bu olmadığını biliyorum.

Okuduğum kaynaklardan birinde “Kul ancak Allah’a inanmakla özgür olur. Çünkü diğer bütün kulluklardan istifa etmiştir,” kabilinde bir şerh düşmüştü bir alim bir şairin şiirine. Şiir neydi unuttum. İşte onu, teslimiyet ve özgürlüğün aynı bedende var olabileceğini umarım ispatlardım. Bunun için bana çok çok ama çok halis bir niyet gerekliydi.

Bugün eksi okumalarıma tekrar dönme, biraz duraklama ve kendimi dinleyip şükür namazları kılmakla geçecekti.

Genel ağ bağlantısını kestim çünkü deney boyunca reca makamının dinginliğini hissetsem de sonuna yaklaştıkça “ya gerçekten değişmediysem?” endişesiyle havf makamında tir tir titrer buluyordum kendimi.

Endişeleri hiçbir zaman küçümsemem, çünkü kelime kökü itibariyle eski İnsan Türkçesine Farsçadan geçmedir. “Fikir” manasına gelir anadilinde. Ondandır bir konuda endişelendim mi durup düşünürüm ben. O şeydeki ya da olaydaki bir fikir rahatsız etmiştir beni.

Kendime güvenmeliyim, bildiklerimi tekrar hatırlamalı, beden kılıfının hatırlatmalarına ihtiyaç duymadan kendi kendimi dürtmeli ve onarmalıyım. TP olmadan analiz etmeliyim bedenimi, ruhumu, fikrimi, zikrimi.

Sabah namazını kılarak başladım güne. Anneme rahmet, huzur; babama da şifa diledim. Zaten onlara duayı istemeden de yapıyordu insan bir ezberin peşinde sürüklenirken. Rabbenalar özellikle ikincisi en çok onlar içindi. Yeleğime sıkı sıkıya sarılıp bir cenin gibi kıvrıldım seccadenin üstünde. Sanki annem kokuyordu hâlâ daha. Kaç yıl olmuştu? Bilmiyorum. Bugün rakamlarla aram iyi değil hiç. Hiç. Hiç. Cimin göbeğindeki  nokta olmak istiyorum. Annem bana Kur’an okumayı öğretirken en çok cimi seviyordum. En eğlencelisi o geliyordu bana. Göbüşlü cim… Annemin sakin, kısık ve musikili sesi. Neyi okuyor? Rahman’ı okusun ben en çok onun okunmasını seviyorum. Rahman’ı okuyor annem. Ben bir dal gibi yamacında bükülüp başımı dizlerine koyuyorum. Zel gibi olmaz, o kızdır bikerem noktası var. Annem kef oluyor kucağında ben yatarken. Aklım sinin tırnaklarında, şın küpeli bir kız gibi bana göz kırpıyor. Lam bir salıncak oluyor, biniyorum. Sad dad ayn gayn fe kaf… Bunlar annemin izlediği kelli felli koca koca adamlar. Allah hakkında konuşanlar ama biraz şeyler. Ne bileyim. Kocamanlar.  Uyumuşum epey seccadenin üstünde. Üşümüşüm de. Laboratuvardayım fakat bu seccade düz, tekniksiz bir seccade. TP uykuda. Fişi çekik neticede. O da bugün dinlenmiş olsun bakalım.

Eski okumalarımı tekrar gözden geçirmeliydim. Fakat karnım çok açtı. Yemeğimi yerken biraz bu çağın okuma ve yazma dili olan gifografi hakkında bir ses kaydı aldım. Bu siber nefs terbiyesinin nasıl bir çağda denendiği kaydedilmeliydi. Çünkü bu çağın bana öğrettiği çok önemli bir şey varsa o da şuydu: Her an her şey değişebilir.

Piramitleri inşa eden Mısır papirüslerdeki sistemi örnek almıştı tüm insanlık. Küreselleşme bize bunu getirdi. İlk kıvılcım sosyal medya ile başladı. Duygularımızı mimiklerle değil emojilerle; bir durumu anlatmak için deyimleri kullanmak yerine memeleri, popüler tivit kalıplarını kullanmaya başladık. Başlangıçta kimse böyle bir noktaya evrileceğini tahmin edememişti. Bizim nesil bunların içindeydik hatta içine doğmuştuk ama görüntü inkılabı tüm dünya için tartışmasız en büyük ve dönüştürücü değişiklik oldu.

Papirüslerdeki yukarıdan aşağıya çizilen simgeler ile figüratif yazı dili, bizde her bir kelime için bir görüntüye dönüştü. Bir papirüsü aşağıya doğru açarak okumak gibi reels ve tivit kaydırmaya alışmış parmaklarımıza gün doğdu. Kelimeleri daha doğrusu görüntüleri kaydırarak okuma ve yazma sistemine geçtik.

Tüm dünyanın aynı görüntüyü kullandığını söylemek abes olur tabii ki. Artık dil, akıllı telefonlardaki aplikasyonlar gibi kişiselleştirilebilir bir şeye dönüştü. Herkesin yazışmak için, büyük ağ sisteminde var olabilmek için kendi alfabesini oluşturması gerekti. Böylece kimisi satın aldı görüntüleri kimisi her kelime için kendini kaydederek bir görüntü oluşturdu. Etkileşim imkânı bu görüntü dilinin gelişmesine en büyük katkıyı sundu.

İlk kıvılcım dünyaca ünlü bir yayınevinin öne sürdüğü reklam ile çakıldı. “Reels kaydırırken kitap okumak istemez misin?” sonra çoğu platform için bu türetildi. “taymıkaydırırken…”, “short kaydırırken…” gibi… Ve inanır mısınız bütün öğrenciler yüzlerce klasiği, çağdaş yazarı okumaya başladı. Artık bu bir popülarite nişanesi olmuştu. Birbirleriyle okudukları karakterlerin ne kadar yakışıklı olduğunu, etkileyici olduğunu elbisesinin ne kadar da demode ya da otantik olduğunu konuşuyorlardı. Akan görüntülerden oluşan bu e-kitaplar, tıpkı âmâlar için noktalama ile hazırlanmış yazı sistemi gibi, okumayı unutmuş gençlerin dilinden anlayan bir girişim oldu. Böylece her kelime bir görüntüye endekslendi. Başta TDK, bu iş için özel bir heyet kurdu, heyet gençlerden oluşuyordu çünkü sosyal medyanın diline en hakim olan kesimdi. Dilciler ile öğrencilerden oluşan gençler birlikte çalıştı. Bu zamana kadar viral olan capsleri, memeleri, vecize tweetleri, instagram ve tiktok akımlarının formatını falan ortaya serip aralarında uygun kelime karşılıklarını buldular. Böylece bu yeni görüntü diline geçenler her hafta TDK’nin yayımlayacağı kelime paketlerini kollamaya başladı. Çoğu insan ise Eski İnsan Türkçesine devam ediyordu. Zamanla nineler dedelerde kaydırmayı öğrendi. Böylece başta Çin olmak üzere görüntü devrimi tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ben ise hâlâ annemin öğrettiği Eski İnsan Türkçesinde notlarımı alıyorum. Çünkü gifografi, yani görüntü dili hayal gücümü kısıtlıyor, bana kendi düşünce dünyasının üretimlerini icbar ediyor. Ayrıca görüntülerle oluşturulan bir metnin bir virüsle değiştirilebileceğini biliyorum. Evet, belki biraz pimpirikliyim ama ben bu teknolojinin çocuğu ve bu teknolojiyi geliştiren elim. Elbette tarihe düşeceğim şerhler olacak. Neyse bu kadar yeter. Tartışmalı konulara girmek istemiyorum.

Dışarı çıktım ikindiden sonra. Hava çok tatlı, güneşli ve serin bir rüzgar vardı. Çok şükür. Sırtımda yeleğim. Dudaklarımda bir deyişi mırıldanıyordum.

“Ben melamet hırkasını kendim giydim geynime.”

Genel ağ sistemine bağlı olmadan bu kentte dolaşmak cesaret isterdi. Anti-virüs programları olmadan hele. Nitekim bendeniz zerre endişe duymuyordum. Çünkü gaspedilsem bile ne gbtım vardı üzerimde ne de verebilecek bir kuruşçuk coinim.

En sevdiğim yerlere gidiyordum hem de sadece yürüyerek.

Tamam korkmuyordum ama çok tenha sokaklara da girmiyordum yani, neticede insan canını da korumalı. O da Allah’ın verdiği bir emanet.

Ana caddedeyken telefonum çaldı. Görüntülü arıyordu Kevser.

Bir serenad yaparak açtım.

“Ben yitirdiiiiiim ben araaaaarım yâr benimdiiiiir kiiiiimene”

Gülerek aşkla baktı bana güzelim.

“Hayrola ne bu neşe?” dedi ama kahkahasına devam ediyordu.

“Seni özledim Kevser’im. Cennetimin en güzel nehri.”

“Özleyeceksin tabii eşşek! Bıraktın beni her şeyin ortasında. Annem kızıp duruyor. Nerede bu çocuk diye? Hazırlıklara başladık sen piyasada yoksun. Beni kandırıyor musun yoksa sen? Ha? Doğru söyle bak!”

Bir yandan yürüyor bir yandan konuşuyordum.

Şşşşşt. Sakin ol. Niye kandırayım kızım. Dedim ya bir deneydeyim diye. Yakında bitiyor. Tamam mı?”

“Ama sen olmadan hazırlık yapmak içime sinmiyor,” diye büzdü dudaklarını güzellik.

“Biliyorum yavrum, merak etme iki gün kaldı. İki gün sonra seninim. Beni istediğin mağazaya sokup işkence edebilirsin.”

Yine gülmeye başladı.

“Serserisin sen ya. Deney bittikten sonra bana neyin peşinde olduğunu anlatmazsan seni geberteceğimi biliyorsun di mi Kemal?”

“Bilmem mi Kevser’im. Bilmem mi?” dedim.

“O yelek ne sırtındaki? Bu havada ne giydin onu be.”

“Annemi özledim Kevser… O örmüştü bana.” dedim çocuklaşmıştı sesim.

Kevser’in gözleri dolmaya başladı sesi çatallaştı.

“Şey…Çok yakışmış sevgilim. Sakın çıkarma olur mu?” dedi çocuk gibi bükülen sesiyle. Başımı salladım. Ekrana yaklaştı.

“Hadi ” dedi, “aynı anda tamam mı üç deyince.. Biiiir ikiiiiüç…”

Ekranı öptüm o da kendi ekranını öptü.

Ulan teknoloji her şeyi akıl ettin de insanın özlemini giderecek, uzakları yakın edecek o esas şeyi bulamadın. Akşamı, Erdoğan’dan kalma tarihî camiide cemaatle kıldıktan sonra, eve geçtim. Eski kitapları açtım kütüphanedeki. Gifografi sistemine aktardıklarım özünü vermiyordu ne yazık ki, çeviri kokuyordu metinler. Ben hiç kimse manipüle edemeyeceği artık değiştiremeyeceği o annemden kalan eski kitaplara koşuyordum. Onları da mescidim gibi bir camekanda saklıyordum tam istedikleri derecede. Makalat’ta  daha önce çizip şerh düştüklerimi tekrar okudum.

“Kimi gerekise ağladırım ve kimi gerekise güldürürüm. Gerek öldürem gerek dirgirem, anı ki ben bilirem siz bilmezsiz velakin benim inayetim havf u reca ortasında olanlar iledir.”

 

 


 

 

Terbiyesi aşaması 6

 (YÜKLENİYOR)  

 📍 6. GÜN: NEFSİMERDIYYE

 Deney Saati: 04.10  

 Kılıf Durumu: Stabil  

 Risk Seviyesi: Düşük  

 Hasar: Yok  

 Kotarılan duygular: endişe, teslimiyet, havf, reca

 Panzehirler: DÜŞ-ünme, ÖZ-gürlük, emniy@

 Tedavi yöntemi: kendi hâlinde olmak, uzlet

 

 

 

Devam edecek…

 

 

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *