Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

TOPÇULUKTAN SÜVARİLİĞE | Semih Samyürek
Deneme

TOPÇULUKTAN SÜVARİLİĞE | Semih Samyürek 

 

II.

Göçen Kervanın Ardından

 

 

Rahmetli babam adımı Ulaş koyacakmış. Duvarın yıkıldığı günlerde doğduğum için olsa gerek, Ulaş Bardakçı yerine Semih Yuvakuran ağır basmış. Bizim evde herkes Galatasaraylıdır. Tabii Yuvakuran’ın sonradan Fener’e transfer olduğunu futbol meraklıları bilir. Acaba yaşantım üzerinde adımın bir tesiri var mı? Sorusunu kendime bazen sorarım. Birçoklarının da bu soruyu sorduğunu bilirim. Zira Türk geleneğinde ad vurmanın mistik bir yönü olduğu düşünüle gelmiştir.

Yuvakuran’ın dönüşümü, benim dönüşümüm üzerinde gerçekten etkili olmuş mudur? 6 yaşında başladım futbola. Annem elimden tutup, Lüleburgaz Spor Okuluna yazdırmaya götürmüştü beni. O günü hiç unutmuyorum. Yaşadığım heyecan ilk günkü gibi hatırımda. Antrenörümüz hayatta mı bilmiyorum, sahanın içinde düdüğüyle yürüyor, benim boylarımda bir dolu çocuk oradan oraya koşturuyordu. İlk günden aralarına karışıp koşturmaya başladığımı da hatırlıyorum.

Gel zaman git zaman lise çağlarına eriştik. Soyunma odası denen kara deliğe girdim. Her şerde bir hayır vardır kâbilinden midir bilinmez, lisanslı bir futbolcu olmuşken, o kara delik beni futbol dünyasından kopardı. Bir süre futbolun f’si ile dahi ilgilenmedim. Sonraları tekrar içimde canlandı bu çocukluk hastalığı. Hala maçları izlesem de fanatiklik çukuruna kendimi bırakmamaya gayret ederim.

Dönüşüm, kaçınılmaz bir şeydir. Yedisinde neyse yetmişinde o olan insanlar dahi geçmişe dönüp baktıklarında ne kadar çok şeyin değiştiğini görebilirler. Zaman değişiyor, yediğimiz içtiklerimiz, giydiklerimiz, gördüklerimiz, tanış olduklarımız, okuduklarımız… Her şey değişiyorken, insanın aynı kalması mümkün mü? Fakat benim yaşadığım dönüşüm bundan biraz farklı. İhtidâ etmek her zaman insanların ilgisiniçeken bir konu oldu bana dair. Belki İsmet Özel’in şu dizeleri bu hususta yardımcı olabilir: “Bize ne başkasının ölümünden demeyiz/çünkü başka insanların ölümü/en gizli mesleğidir hepimizin/başka ölümler çeker bizi/ve bazen başkaları/ölümü çeker bizim için”. Ne de olsa bir Semih ölmüş, bir Semih doğmuştu.

Hani çiğdik, piştik der Yunus Emre. Bizimki de o hesap, kendi serüvenimizi mistik bir hava içinde sunmayı severiz. Türküz neticede. Hakikaten de böyledir. O mistik hava olmazsa, meselelerin künhüne varamayız. En sıradan vakıalara dahi o gömleği giydirmeden duramayız. Rahmetli babam bir işçiydi. Alın terinden başka bir lokma evimizden içeri girmedi. Bakın, bu basit durumu anlatırken bile, meseleye alın teri gibi, haram lokma gibi kavramlar sokuşturuyorum. Biz, sıradan bir yaşamı bünyesine oturtamayan bir milletiz. Yahut öyleydik. Bize kavramlar gerek. Bize, büyük anlatılar, hikayeler, bize Tanrı’nın dokunuşu gerek. Biz, dünyadan öylesine yaşayıp geçen insanlar topluluğu olamadığımız için Türk olduk.

Biz müslümanlar, özeti çıkartılamayan bir Kitap’a iman ediyoruz. O halde bir müslümanın da özetinin çıkartılamayacağını idrak etmek bize düşüyor. Özeti çıkarılamayan bir insan olmak. Kendimden verebileceğim hiçbir parçam yok. Ciğerimin birini veremem. Serçe parmağımı veremem. Beni Türk yapan herhangi bir parçamı veremem. Verirsem işte o zaman bana “sakat” denir. Yahut sonradan moda olan tabirle “engelli” denir. Engeli olan, yani yapıp edeceği işleri bir engel sebebiyle yapamayan. Atı olmayan bir süvari gibi. Bu yüzden biz ayetlerin tümüne iman ederiz. Kitap’ın bir kısmını alıp, bir kısmını almayanlardan beriyiz.

Tavizin tavizi doğurduğuyla meşgul oluyorum. Haram lokmadan sakınmadan tavizsiz olamayacağımı anladım. Özeti çıkartılamayan yani tavizsiz olan yani uzlaşılmaz olan yani tamam namazımı veriyorsan vatanımı alabilirsin demeyen bir müslüman olabilmenin yollarını arıyorum. Haram lokmadan sakınmak, aydan aya aldığın maaşla yetinmek demek değil. Bilakis bir müslüman hakkı için mücadele eder/etmeli. Haram lokmadan sakınmak daha ziyade harama göz dikmemekle alakalı bir şey. Bugün aydan aya maaş alıyorum ama yarın elime fırsat geçerse siz beni o zaman görün, ele geçirdiğim imkanlarla benim gibilerin canına okuyacağım, diyorsa eğer bir kardeşimiz, boğazından haram lokmalar geçmeye şimdiden başlamış demektir.

Allah, Araf suresi 97 ve 98. ayetlerde, önce “geceleyin uyurken onlara azabımızın gelmeyeceğine mi güveniyorlar?” diye sorar, sonra aynı cümle kalıbıyla gündüz vakti diyerek soruyu sorar fakat burada uykunun karşısına ne konmuştur? Biraz düşününce, gündüz vakti çalışırken, ayaktayken, uyanıkken gibi haller olabilir diyebiliriz fakat Allah burada “oynarken” kelimesini kullanmıştır. Gece uyumanın karşısına gündüz oynamak ifadesi konmuştur: “Gündüz vakti oynarken onlara azabımızın gelmeyeceğine mi güveniyorlar?”. Buradan şu iki sonucu çıkartıyorum: Birincisi, dünya hayatının bir oyun gibi gelip geçici oluşuna vurgu var. İkincisi ve daha çok gözden kaçırılanı ise, nasıl ki insan ve hayvan yavruları oyun oynayarak aslında yetişkin hayatını öğrenirler, aynı şekilde insan da dünyadaki hayat oyunu aracılığıyla ahiretini öğrenir. Oyun oynayan yavrular, ileride nasıl bir yetişkin hayatı yaşayacaklarından habersizdirler, oyundaki berecileri onlara araba farı gibi yol gösterici olacaktır. Bizim bahsimizde ise elimizde avantajlı bir nokta var, biz dünyada ortaya koyduğumuz becerilerimizin ahiretimizi ne yönde belirleyeceğine dair haberdar edildik. Yani yavruların sahip olmadığı bir şuur berraklığına sahip olma imkanı elimizde. O halde kendi gündemimizi belirleyebilmenin gücüne inanmalıyız.

Hâlâ bize verilen bir maaş/para olmadan yaptığımız işler bulunmalı. Hâlâ bizim verdiğimiz bir ücret/para olmadan yaptığımız işler bulunmalı. Bu açıdan Allah’a kulluğun en somut tecessümlerinden olan ibadetleri layığıyla îfa etmeye çalışmak çok mühim. Aynı şekilde şiir okumak ve söylemek de bu sınıfta yer alıyor. Örneğin hakkıyla Türk şiiri okuyan bir gencin, Türkiye’de hayvancılığın ne durumda olduğunu sorgulamaması imkansız.

 

 

Devam edecek…

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *