Ruhsatsız
Deneme

TÜRK MİLLETİ ADINA GEREKÇELİ KARAR | Hüseyin Ümit Yavuz

ESAS NO: 2022/01
KARAR NO: 2024/08


I.

Meşakkatın Adı Murad, Peki Şiirin?

 

Bize varlık veren şey nedir ve neden varız? Bu iki soru kadar önemli bir şey varsa o da bu iki
soruyu sordurtacak şartların elverişliliğidir. İnsanın dünyada bulunuşunu ele alalım, onun
buradaki bulunuşa karşı gösterdiği tepkiyi ele alalım. Karşılaşacağımız manzara kan ve terdir.
Bu anlamda sorulması gereken insanın var oluşunun nedeni ve kaynağından ziyade var
olduğunu yani kendinin en azından hayvan ya da bitki olmadığını idrak edebilecek vaziyette
olup olmadığıdır. Bir başka deyişle, kendini kanın ve terin ortasında bulan ve o andan itibaren
etiyle kemiğiyle sadece hayatta kalmak için mücadele etmekten nevri dönmüş bir mahluka sen
neden varsın diye soru yöneltmek, yüceltilecek bir hakikat arayışı olarak değerlendirlip
güzellemesi yapılacak bir tutum değildir bilakis aşağılanacak bir tutumdur. Evet, insan kanın
ve terin ortasında bulur kendini. Ona çırpınmak düşmüştür; koşturmak, telaş, yetişmek
düşmüştür. Bu nedenledir ki insan varlığımızın kaynağından ziyade onu sağlayan, sürdüren
kuvveyi irdelemek gerekir ki o da kanın ve terin beslediği mukavemettir.

İnsanın anadan üryan varlığını pekiştiren olgudur mukavemet. İçinde insanın olduğu her
hadiseyi tayin edici mevzudan bahsediyorum. Bu yüzden denebilir ki mukavemet gösteren var
olur. Burası bir meydandır, harp edilir burada. Her şeyin noksan olduğu dünyada o noksanlığı
gidermek çabasıdır kör topal varlığımızı sürdüren. İşte, bu yüzden ne kadar mukavemet
edebilirseniz, neyin üstesinden gelirseniz o kadar varsınız. Karşılık verdikçe, borç ödedikçe,
koşturdukça, terledikçe ilh. Yoksa nasıl katlanır insan bu kadar zorbalığa, ezilmeye,
kakışlanmaya, havkalanmaya, adam yerine konmamaya ve bir sürü melanet maruziyete. İşte
insanı diğer var’lardan ayıran olgu ortaya koyduğu çarpışma iradesidir. Hz. İsa koyuna bir
şeyler fısıldamış koyun yemeden içmeden kesilmiş. Ne söyledin ona diye sorulunca ‘Size her
zaman hatırlattığım ölümü ona bir kere hatırlattım.’ demiş. İnsanı ölüme karşı dahi hayatta
tutunmaya iten vakıa karşılık vermektir. Bundandır ki burada bir şeylere rağmen yaşanılır.
Katlanılan bir hayattır yaşadığımız.

Bunca olup bitene karşı neden varım sorusunu sormak en hafif deyişle saflıktır. Yaşanan onca
kahredici olayı bilip de buna rağmen insanlara acaba neden varsınız bir sorgulayın bakalım
diye telkinde bulunmak ise sahtekarlığa davetiye çıkarmaktır. Çünkü bazıları insanların hangi
şartlar altında hayat sürdürdüklerini hesaba katmadan vaaz etmeyi maharet sayıyor. Lavgarlık
yapmayı alışkanlık edinenler; nasihat ederek, kıssa anlatarak, aforizma patlatarak ve bunu Türk
edebiyatı ile bağlantısı olan bir tavırmışcasına lanse ederek parsalarını toplamakla meşguller.
Türk edebiyatı ise farkı talep etmek, karşılık vermek yerine kalemlerini gard haline
getirenlerin, onu konforlu sınıfsal aidiyetini sağlama almak için kullananların ele geçirdiği bir
makam haline gelmiştir. Utanmadan, sıkılmadan neden varız diye soru sorana cevabım, var
mıyım’dır. Evet, var mıyım ki bunun sorgulanacak, hafifliğini hissedecek vaziyette bulayım
kendimi. Varlığım parelenmiş, ezilmiş, susturulmuş bir varlık. Bu varlık sadece boğan ve sıkan
bir varlık. Bunun nesini sorgulayayım ben. İnsanların ezim ezim ezildiği, it gibi muamele
gördüğü zamansal ve mekansal bir düzlemde, rahatça ardına yaslanıp onların bu haline üzülen
imgeşörü aşağılıyorum. O kişiyi hor ve hakir görüyorum. Altı çizilmelidir ki Türk edebiyatı
işbu konforunu kaybetmemek için ağzında lafı evirip çeviren boşboğazlar tarafından zapt
edilmiştir. Türk edebiyatı aşağılanmalıdır, bu edebiyatla hesaplaşılmalıdır. Türk edebiyatı,
ondan istifade eden okur diye tabir ettiğimiz insanların baş başa bırakıldığı şartları ele alan ve
onlara bir nebze olsun olumlu katkılarda bulunma gayreti ile kalem oynatmayıp tam aksine
okurun şartlarından nemalanmak acziyeti ile yazar denilen sınıfsal mahfil oluşturmaktan başka
bir çabası olmayanlarca çevrelenmiştir. Evcilik oynar gibi dergicilik oynayanlar, dergilerini
korunaklı birer kaleye dönüştüren ve onları kadrolu yazarlara emanet eden, kaynakları
kesilmesin diye suya sabuna dokunmayan bu edebiyattan tiksinilmelidir.

Var mıyız kalem efendileri, ağaları? Varlığımız kaç para eder? Neredeyiz, hangi şartlar bizi
solutuyor? Ne haldeyiz? Daha sorayım mı, madem varlığınızın size verdiği hafifliği bir esrime
haliyle hissetmek istiyorsunuz alın size taş gibi sorular. Türk edebiyatına afyon muamelesi
yapmak hakkını size veren kim? Türk edebiyatını size oyuncak olarak takdim edip hadi
bakalım burada ağleşin diyenler kim? Korkmayınız, derginiz bir sayı daha çıkacaktır.
Korkmayın, yayınevinize kitap fuarında yer verilecektir ve fuarda kadrolu yazarlarınıza
konuşmaları için salon ayarlanacaktır. Tek ki sizin rahat konumlarınıza halel gelmesin. Siz
güzel dosyalar hazırlayın, ne bileyim Sezai Karakoç’un yıllardır giyerek eskittiği ceketi
güzelleyin, takvimlere bakın bakalım bugün hangi şair ölmüş hemen dosya çıkarın. Medeniyet
övmeyi sakın ha bırakmayın. Türkiye’de dönen dolaplara atlı karınca muamelesi çekin. Mesela,
İstanbul’un sizin ilhamlarınızı beslemek için yaratıldığını aklınızdan çıkarmayın. Size ne
milyonlarca ölümlünün sadece bir gün daha doyma mücadelesi. Ha, bir de kitap kafelerinizi
sıkı sıkı koruyun emi.

Var mısınız kalem efendileri, ağaları? Türk edebiyatında yaslandığınız yerler kaç para eder
Türk milleti gözünde? Kim okur sizi, kimin yanında bir varlığınız var? Ne işe yararsınız? Kaçtır
bu dergilerinizin tirajı (!). Daha sorayım mı, madem edebiyat varlığınızı yoklayan ve o varlığı
sorgulatan ve o varlığı duyumsatan bir kurum ise cevap verin bakalım bu sorulara. Birbirinize
laf yetiştirirken, sağda solda şiirinizi, öykünüzü, metinlerinizi, dergilerinizi, yazarlarınızı sidik
yarışına tutarken Türk milleti sizi kaale alıyor mu zannedersiniz? Biriniz yazar diğeriniz ise
yamanır. Başka bir espriniz var mıdır? Önce ahbap çavuş ilişkisiyle dergiler açarsınız, sonra
onu kör sağır avutmasıyla ayakta tutarsınız. Nihayetinde etliye sütlüye bulaşmadan devam
ettirmenin peşine koşar birbirinizi çekiştirmekten başka bir işe yaramazsınız. Bunu da Türk
Milleti’nin maddi manevi birikimini tarümar ederek yaparsınız. Bugün dergilerinizde bir yaralı
parmağa işeyen kaç metin var? Değindiğiniz kaç mesele Türk milletinin meselesi? Sizin
sınıfınıza erişemeyen aciz bir kul olarak soruyorum: Size varlık veren şey nedir ve neden
varsınız? Size sayı sayı dergi çıkartan, sizi salonlarda imzalarda ağırlayan, el üstünde tutan,
sizi üstadlar yapan olgu nedir, ölümlüleri kana ve tere boğup bulamaç eden şu hayat karşısında?

Türk milleti kendi hayat gailesinde var olmayı idrak etmeyi bile ona çok gören kazanın içinde
kaynasın dursun. Okullar açıldı, dört kişilik bir ailenin ilkokul, ortaokul çağındaki iki çocuğuna
harcayacağı kırtasiye masrafı kaç para eder? Bu tek soru olsun ve bunu çoğaltın bakalım. Varlık
sorguluyorsunuz ya, bu insanların varlığını kim sorgulayacak? Şayet Türk edebiyatı Türk
milletine mal olacak eser üretmekten yoksunsa, kaderini Türk milletinin gidişatına
hasretmeyecekse o edebiyat aşağılanmalı, adam yerine konmamalıdır ve o edebiyatla
hesaplaşılmalıdır. Türk edebiyatı ve onunla iştigal edenler işe yaramak isterlerse Türk
milletinin selamete nasıl kavuşacağı yönünde gücünü tüketmelidir. Yoksa kendi sınıfsal
varlığını semirtmek için Türk milletini meze olarak kullanmamalıdır. Onun sosyal, siyasi,
ekonomik, fizik ve metafizik birikimini kendilerine rant devşirecek bir arpalık olarak
görmemelidirler.

Türk edebiyatı sınıfsal bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Türk edebiyatı ben yazdım
oldu’cuların, iki lafı adam gibi tayin edemeyenlerin, ne idüğü belirsiz kelimeleri imge diye
yutturanların edebiyatı olmuştur. Türk edebiyatı, hemşeri lokali haline gelmiştir. Hem de güçlü
bir hemşeri lokali. Parasal kaynaklarıyla, medya bağlantısıyla koca bir lokal. Ve bu lokalde
pinekleyen imgeşörlerin elinde çocuk oyuncağına dönmüştür. Bu edebiyat muhannet etmiştir.
Kısa vadeli kredilere tamah etmiştir. Üstadlar (!) pohpohlamaya kanmıştır. Bunca kahredici
vakadan mızmızlanarak o vakanın muhataplarından malzeme çıkaracak kadar düşük bir
vaziyete kendini layık görmüştür. Duygusal tatminlerle söylenen bu tip cümleler edebiyat
olarak kabul edilir hale gelmiştir. Bu edebiyatın abileri kardeşleri vardır, bunların birbirine
eyvallahı vardır. Bu edebiyatta iki satır yazarak adam yerine konursunuz. Abilerinizin hoşuna
giderse dergilerde, gazetelerde boy gösterirsiniz. Herhangi bir konuda tutumu yoktur bu
edebiyatın.

Mademki insan hayvanı natıktır söylememiz ile söylemememiz arasında fark olmalıdır. İmge,
söylerken duyduğumuz acıyı hafifletmek için ağzımıza sıkıştırdığımız bir dal, edebiyat ise
insanlığını tüm eksiklerine, sorunlarına rağmen hesaba çekenlerin buluştuğu bir araya gelip
selam alıp verdikleri, birbirlerine omuz verdikleri bir yer. Buradaki samimiyet ve üretkenlik
kısırlaştırılmamalı, şevkler kırılmamalı. Hayat zor, zora dayanmak daha da zor. İki seçenek var
ya mukavemetin, kanın ve terin hatrı sayılacak ya da tamahkarlığın, gücün ve çıkarın hatrı
sayılacak. Görünen o ki ikinci seçenek yürürlüktedir. O halde, tüm acziyetime rağmen diyorum
ki bu edebiyat ve onun ürünleri ilga edilmelidir. Artık kimseye bir şey söylemeyen kadük hale
gelmiş bu kurum tasfiye edilmelidir. Bu tuz kokmuştur, racon bitmiştir. O halde bir Platon daha
yed’i emin tayin edilip ve masal anlatıcılarını kuracağı düzende yok saymalıdır. Dergilerden,
yayınevlerinden kalacak maddi birikim ise kırtasiye masrafı edilip çoluk çocuğa sarf
edilmelidir.

Son söz olarak Ruhsatsız’a ağleşmeyip tüm gayretiyle söyleyen, elinde kalanı fırlatmaktan
çekinmeyen ve müsterih bir şekilde kenara çekilmeyi kendine ar etmeyen delikanlı tavrı için
teşekkür etmeli. Çabası Türk edebiyatı gibi bir ceylana derman ola.

 

Gova gova endirdiler yazıya aman

Dut ettiler al gınalı tazıya

İş başa düşünce bakmaz guzuya aman

Gaç guzulu ceylan gaç avcı geldi

Avcılar elinde kaç guzun galdı

Related posts

TOMRİS UYAR ÖYKÜLERİNDEKİ DİYALOG TEKNİĞİ | Ümit Köksal

Ruhsatsız
3 ay ago

ÂBİD SELÂME’NİN HAYATINDAN BİR GÜN: MİLAD ÖLDÜ, PEKİ VİCDANLAR? | Mehmet Kırtorun

Ruhsatsız
2 ay ago

SİYATİK* YAZILARI | Kadir Tepe

Ruhsatsız
4 hafta ago
Exit mobile version