Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

ÂBİD SELÂME’NİN HAYATINDAN BİR GÜN: MİLAD ÖLDÜ, PEKİ VİCDANLAR? | Mehmet Kırtorun
Deneme

ÂBİD SELÂME’NİN HAYATINDAN BİR GÜN: MİLAD ÖLDÜ, PEKİ VİCDANLAR? | Mehmet Kırtorun 

Nathan Thrall’ın kelimeleri, sessiz bir çığlık gibi Kudüs’ün dar sokaklarından yükselir; bir halkın kırılgan hikâyesini, büyük bir trajedinin yankılarına dönüştürür. Kudüs’te yaşayan bir Yahudi Amerikalı olarak, çağdaş İsrail-Filistin çatışmasının en derin karmaşalarını ele alırken, gerçekliği olduğu gibi, ne abartarak ne de basitleştirerek okuyucuya taşır. Thrall’ın yazılarında, çatışmanın aşikâr dramından ziyade, hayatın gözden kaçan detayları, kaybedilen çocukluklar ve unutulan hikâyeler işlenir. Bu da eseri, yalnızca bir bireyin trajedisi olarak değil, aynı zamanda İsrail işgalinin gölgesinde yaşayan milyonlarca Filistinlinin hikâyesinin sembolü haline getirir. Nathan Thrall, bir gazeteci olarak gerçeklerin izini sürerken, bir yazar olarak bu gerçekleri edebiyatın gücüyle ölümsüzleştirir. Onun metinleri, okuyucuyu sorgulamaya, tanıklık etmeye ve en önemlisi hatırlamaya çağırır. Çünkü unutmak, yalnızca insanlık onurundan bir parça daha eksiltir. Nathan Thrall’ın yazıları, yalnızca bir çatışmanın değil, insanlık onurunun sınandığı bir dönemin kaydıdır. Bu eserler, tarihin sessiz kalmış çığlıklarını duyurur ve bizlere, her bireysel hikâyenin ardında evrensel bir çağrı olduğunu hatırlatır.

Nathan Thrall’ın yazılarında ideolojik önyargıların yarattığı sis bulutuna yer yoktur. Bir Filistinli babanın kaybettiği çocuğa tuttuğu yas, yalnızca bireysel bir acı değil, aynı zamanda bir halkın sessiz çığlıdır.

Thrall, Milad Selâme’nin hikâyesini anlatırken, okuyucuyu yalnızca bir kazanın tanığı olmaya değil, bu kazayı kaçınılmaz kılan ayrımcılık mekanizmalarını da sorgulamaya davet eder. Batı Şeria’nın kötü durumdaki yolları, Kudüs’ün Filistinli mahallelerini kesen ayrım duvarları ve politik kararların soğuk etkileri…


İdeolojiden Arınmış Gerçeklik
: Bir Tanığın Sesi

2021 yılında Nathan Thrall, The New York Review of Booksiçin 50 sayfalık bir makale yayımladı. Bu makale, 2012 yılının Şubat ayında Kudüs’ün eteklerinde meydana gelen ve beş yaşındaki Milad Selâme ile birkaç okul arkadaşının hayatını kaybettiği trajik bir otobüs kazasını konu alıyordu. Makale, yalnızca o trajik günü anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda zaman içinde ileri ve geri giderek daha geniş bir tarihsel bağlamı ele alıyor ve Milad’ın ailesinin yas sürecine odaklanıyordu.

Geçtiğimiz yıl yayımlanan Âbid Selâme’nin Hayatından Bir Gün, bu çarpıcı makaleden yola çıkılarak yazılmış bir kitaptır. Kitap, Milad’ın babası Âbid Selâme’nın hayat hikâyesini detaylı bir şekilde ele alırken, onun yaşadıkları aracılığıyla işgal ve apartheid koşulları altında yaşayan milyonlarca Filistinlinin hikâyesini de gözler önüne seriyor. Eser, New York Times Kitap Eleştirisi Editörlerinin Seçimi olarak seçilmiş ve The New Yorker, Time Magazine, The Economist gibi 15 farklı yayın tarafından yılın en iyi kitabı olarak gösterilmiştir. Ayrıca, 2024 yılında Genel Kurgusal Olmayan Kitap dalında Pulitzer Ödülü’ne layık görülmüştür.

Nathan Thrall, uzun yıllar boyunca Uluslararası Kriz Grubu’nda Arap-İsrail Projesi’nin direktörlüğünü yapmış ve Bard Üniversitesi’nde dersler vermiştir. Özellikle TheEconomist, Financial Times, The Guardian ve The Wall Street Journal gibi saygın medya kuruluşlarındaki haber ve yorumlarıyla tanınmaktadır. Yazıları, İsrail-Filistin meselesinin “bir devlet” ya da “iki devlet sonrası” gerçeklik gibi giderek daha fazla kabul edilen parametrelerini belirginleştirdiği için sıkça övgü toplamaktadır. Thrall, şu anda Kudüs’te yaşamaktadır.

Nathan Thrall’ın yazılarında, yalnızca bir analistin soğukkanlı yaklaşımı değil, toplumsal gerçekliklerin bireylerin hayatlarındaki etkilerini derinlemesine anlamaya çalışan bir bakış açısı bulunur. Onun kalemi, ideolojinin yarattığı bulanıklığı ortadan kaldırır ve gerçekleri tüm açıklığıyla sunar. Thrall’ın eserlerinde gerçekler, okuyucuyu korkutacak kadar uzak ya da karmaşık bir şekilde anlatılmaz; aksine, yalın ve çarpıcı bir biçimde ortaya konur. Kendisinin çalışmaları, hem akademik bir derinliğe hem de insani bir hassasiyete sahiptir ve bu nedenle çağdaş edebiyat ve gazetecilikte özel bir yer edinmiştir.

Nathan Thrall’ın metinleri, okuyucusunu bilgiyle kuşatmak yerine, empati kurmaya, sorgulamaya ve harekete geçmeye teşvik eder. Edebiyatın gücünü, unutulmaya yüz tutmuş gerçekleri görünür kılmak için kullanır. Onun kalemi, insanlığın karanlık yüzüne tutulan bir ayna gibidir. Hem vicdanları rahatsız eder hem de okuyucuyu derin bir iç hesaplaşmaya davet eder.

Âbid Selâme’nin Hayatından Bir Gün, bir bireyin trajedisini toplumsal bir bağlamda ele alırken, aynı zamanda okuyucunun insanlık vicdanını sorgulamasına yol açar. MiladSelâme’nin hayatı ve ölümü, yalnızca Filistin’in kanayan yaralarının bir yansıması değil, aynı zamanda evrensel bir adalet arayışının simgesidir.

Milad Selâme’nin hikâyesiyle başlayan bu eser, yalnızca bir çatışmanın izlerini değil, aynı zamanda görmezden gelinen bir insanlık sınavını da hatırlatır. Thrall, bir yazar olarak sadece gerçekleri aktarmakla kalmaz; hatırlamanın ve unutmamanın ahlaki bir zorunluluk olduğunu da okuyucusuna derin bir şekilde hissettirir.


Hatırlamanın Yükü, Unutmanın Rahatlığı

Âbid Selâme’nin Hayatından Bir Gün, yalnızca bir kaza ya da bireysel bir trajediyi anlatmaz. Bu eser, hatırlamanın ne kadar ağır bir yük olduğunu, ancak unutmamanın insanlık için ne kadar önemli olduğunu hissettirir. Milad’ın trajik ölümü, unutulmaya mahkûm bir hikâye değildir. Nathan Thrall, Milad’ın hatırasını ve ailesinin yasını yazıya dökerek, bir halkın yaşadığı adaletsizliğin unutulmaz bir belgesi hâline getirir.

Kendi yazım sürecinde, Milad’ın hikâyesini kızıyla özdeşleştirdiğini ifade eden ve “Bu kitap benim en büyük korkularımla yüzleşmek gibiydi,” diyen Thrall, bir yazar olarak kendi deneyimini, hikâyenin içinde eriyen bir duygusal yolculuğa dönüştürüyor.

Nathan Thrall, bir gazeteci olarak gerçeklerin izini sürerken, bir yazar olarak bu gerçekleri edebiyatın gücüyle ölümsüzleştirir. Onun metinleri, okuyucuyu sorgulamaya, tanıklık etmeye ve en önemlisi hatırlamaya çağırır. Çünkü unutmak, yalnızca insanlık onurundan bir parça daha eksiltir.

Böylesi metinler, tarihin sessiz kalmış çığlıklarını duyurur ve bizlere, her bireysel hikâyenin ardında evrensel bir çağrı olduğunu hatırlatır.


Bir Duvarın Ardında: Sistematik Eşitsizliğin Mekânsal Temsili

Kitap, 2012 yılında Kudüs’te meydana gelen ve altı Filistinli çocuğun ölümüne neden olan bir okul otobüsü kazasının hikâyesini anlatıyor. Bu çocuklar arasında, Âbid Selâme’nın 5 yaşındaki oğlu Milad Selâme de bulunuyordu. Ancak bu trajedi, Thrall’ın ikna edici bir şekilde savunduğu gibi, basit bir “kaza” değildi. Bu olay, İsrail’in Kudüs’ün Filistinli nüfusunu marjinalleştirmeyi ve bölge üzerindeki kontrolünü pekiştirmeyi amaçlayan on yıllar süren politikalarının bir sonucuydu. Thrall, mekânsal gerçekliği yalnızca bir arka plan olarak değil, toplumsal adaletsizliğin somut bir temsili olarak ele alır. Bu yönüyle kitap, bir kazanın ötesinde, Filistin halkının maruz kaldığı sistematik ayrımcılığı ve bu ayrımcılığın bireylerin hayatlarında bıraktığı izleri kapsamlı bir şekilde gözler önüne serer.

Milad’ın hayatı ve babası Âbid Selâme’nin yas süreci, işgal altındaki bir halkın gündelik direnişini ve hayatta kalma çabasını anlatan sembolik bir hikâyeye dönüşür. Thrall, okuyucuyu zamanın içinde ileri ve geri götürerek kazanın arka planındaki karmaşıklığı anlamaya davet eder. Bu anlatım, yalnızca bir olay örgüsü değil, Filistin’in tarihsel bir eleştirisidir; adaletsizlikle örülmüş bir coğrafyanın insan hikâyelerini merkezine alır.


Bir Felaketin Külleri: Kurtarma Çabalarının Acı Anlatısı

Kazanın yaşandığı gün, Filistinli anaokulu öğrencilerinin eğlence parkına gitmek için heyecanla yola çıktığı bir sabahtı. Ancak kısa sürede bu heyecan yerini tarifsiz bir acıya bırakır. Kaza, bölgede yaşanan kasıtlı ihmalin ve yapısal eşitsizliğin kaçınılmaz bir sonucu gibi görünür. Dar ve bakımsız yollar, acil durum hizmetlerine erişimin imkânsızlığı ve yaşam alanlarını çevreleyen ayrım duvarları, çocukların hayatını kurtarmak için verilen mücadeleyi trajik bir sınırın ötesine taşır.

Thrall, olayın ardından gerçekleşen kurtarma çalışmalarını anlatırken yalnızca bu trajedinin fiziksel boyutlarına değil, aynı zamanda ahlaki ve insani yönlerine de derin bir şekilde eğiliyor. Yardım çabalarının büyük ölçüde yoldan geçen Filistinliler tarafından yürütülmesi ve İsrail’in acil servislerinin bölgeye ancak askeri bir eşlik ile girebilmesi, okuyucuya bu topluluğun kaderine terk edilmişliğini keskin bir şekilde hatırlatıyor.

Bir diğer çarpıcı ayrıntı ise kazanın geçtiği yerin Batı Şeria’nın C Bölgesi’nde bulunması. İsrail’in tam idari ve güvenlik kontrolü altındaki bu alan, Filistinliler için yaşamın her alanında bir tür görünmez engel olarak varlığını hissettiriyor. Kendi evine bir balkon eklemek isteyen bir bireyin dahi İsrail’den izin almak zorunda olduğu; bu izinlerin büyük oranda reddedildiği, dahası izinsiz yapılan her yapının yıkıldığı bir gerçeklik… Thrall, bu koşulları yalnızca bir arka plan olarak sunmakla kalmıyor; kitabın dokusunda, bu yapısal eşitsizliği bireylerin yaşamına dair detaylarla yoğurarak daha da görünür kılıyor.

Kaza sonrasında gerçekleşen kurtarma çalışmaları, Filistin toplumunun kaderine terk edilmişliğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer. Yardım çabaları, büyük ölçüde bölge halkı tarafından yürütülürken, İsrail’in acil servisleri yalnızca askeri eşlik ile bölgeye giriş yapabilmiştir. Kurtarma ekiplerinin, kazazedeleri İsrail’in daha iyi donanımlı hastanelerine götürememesi ve Ramallah’taki sınırlı imkanlara mahkûm edilmesi, sistematik ayrımcılığın derinliğini hissettirir.

Thrall’ın bu sahneleri anlatımı, yalnızca fiziksel mücadeleye değil, bu mücadelenin insani boyutuna da ışık tutar. Örneğin, kazazedelerin kimliklerini teşhis etmeye çalışan ailelerin çaresiz soruları ve duygusal çöküşleri, okuyucunun yüreğine işler. Bir babanın, çocuğunu tarif ederken “Örümcek Adam çantalı bir oğlum vardı,” demesi ya da bir annenin, “Sarı kurdeleli kızımı gördünüz mü?” diye haykırışı, hem trajedinin kişisel boyutunu hem de toplumsal adaletsizliğin etkilerini derinleştirir.

Eserin en sarsıcı bölümlerinden biri, kazadan sonraki kurtarma çalışmalarını konu alan pasajlardır. Burada, sabah işe giderken araçlarını kenara çekerek yardım etmeye çalışan Filistinlilerin çaresizliğiyle, UNRWA’dan Dr. Huda Dhur gibi bireylerin trajedi karşısındaki insanüstü çabaları bir araya gelir. Bu anlar, yalnızca acının büyüklüğünü değil, dayanışmanın ve insani yardımın sınırlı ama anlamlı etkisini de okuyucuya hissettirir.

Kaza yerindeki kaos ve travma, olayın hemen ardından yaşananların merkezinde. UNRWA’dan Dr. Huda Dhur ve ekibi, alevler içinde kalan otobüsün çevresinde, kurtarılabilecek hayatları kurtarmak için zamana karşı mücadele ederken, insan dayanışmasının sınırlarını zorluyor. Yanmakta olan otobüsün kırık camlarından dışarı taşan duman ve alevler, yalnızca fiziksel bir tehlike değil, topluluğun yıllardır maruz kaldığı ihmalin ve adaletsizliğin sembolü hâline geliyor. Huda’nın ve diğer gönüllülerin çabaları, hem bir trajediyle baş etmenin hem de sistematik bir ayrımcılığın ağırlığı altında hayatta kalmanın bir tasvirini sunuyor.

Thrall, kurtarma çalışmalarını anlatırken, yalnızca fiziksel bir mücadeleyi değil, bu mücadeleyi şekillendiren yapısal eşitsizliği de okurun gözleri önüne seriyor. Örneğin, kazazedelerin daha iyi donanıma sahip Kudüs hastanelerine erişememesi, mavi ve yeşil kimlik kartlarının yarattığı ayrımcılığın keskin bir örneği olarak sunuluyor. Yanık kurbanlarının yalnızca Ramallah’taki hastanelere götürülmek zorunda kalması, bir trajedinin çok daha geniş bir toplumsal bağlamda nasıl şekillendiğini gözler önüne seriyor.

Salam gibi kurtarıcıların fedakârlıkları ve çaresizlik anlarındaki duygusal çöküşleri, kitabın en dokunaklı sahnelerinden birini oluşturuyor. Salam’ın alevler içinde kalan otobüsten son bir çocuğu daha çıkarma çabası ve ardından yaşadığı derin suçluluk hissi, insan doğasının karmaşıklığını ve trajedinin duygusal yankılarını ustalıkla yansıtıyor. Thrall, bu sahnelerle, bireylerin çaresizlik karşısındaki insani reflekslerini ve bir trajedinin onlara yüklediği ağırlığı tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

 

Salam’ın Travması: Bir İnsanlık Dramı ve Sessiz Çığlıklar

Kurtarma çabalarına büyük bir cesaretle katılan Salam’ın yalnızca fiziksel değil, derin bir psikolojik travma ile de yüzleşmek zorunda kaldığını gösteriyor. Salam’ın, otobüsten kurtardığı çocukların kokusunu hâlâ hissettiğini söylemesi, yalnızca bir kaza değil, insanlık onuruna işlenmiş bir yara olarak yankılanıyor.

Salam’ın kazanın ardından kurtarma ekiplerine ve askerlere yönelttiği suçlamalar, bireysel bir öfkenin ötesinde, Filistin toplumunun yıllardır maruz kaldığı yapısal adaletsizliği haykırıyor. Salam’ın, “Eğer bu yolun ortasında taş atan iki Filistinli çocuk olsaydı, İsrail askerleri anında burada olurdu. Ama otobüs dolusu Filistinli çocuk yandığında kimse gelmedi,” şeklindeki sözleri, bir halkın hissettiği derin ihmal ve ayrımcılığın çarpıcı bir özeti. Thrall, bu tür sahnelerle, bireysel bir öfkeyi toplumsal bir bağlamda işlerken, okuru bu öfkenin haklılığını sorgulamaya davet ediyor.

Fakat Salam’ın öfkesi, yalnızca adaletsizliğin tanıklığıyla sınırlı değil. Kurtarma sırasında gösterdiği kahramanlığın ardından İsrail askerlerinden gördüğü şiddet, fiziksel acıya dönüştüğünde bile duygusal travmanın gölgesinde kalıyor. Omurgasında dislokasyon, böbreklerinde hasar gibi fiziksel yaralanmalar, onun bedeninde derin izler bırakırken, geceleri çığlık atarak uyanması ve sürekli yanık kokusunu hissettiğini söylemesi, travmanın gerçek boyutunu ortaya koyuyor. Thrall, Salam’ın acı dolu hikâyesiyle okuru yalnızca bir bireyin mücadelesine değil, bu mücadelenin insani yüküne de ortak ediyor.

Salam’ın, travmasını hafıza kayıplarıyla ilişkilendirmesi ve bu unutkanlığı bir lütuf olarak görmesi, insan zihninin kendi kendini koruma mekanizmasını sarsıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Salam’ın, “Hatırlamak zorunda kalmamak beni delirmekten kurtarıyor,” diyerek yaşadığı acıyı unutmaya bir sığınak olarak sarılması, insan ruhunun hayatta kalma çabasını yansıtıyor. Thrall, bu tür detaylarla, bireysel bir hikâyeyi evrensel bir insanlık portresine dönüştürüyor.

 

Milad’ın Hikâyesi: Unutmanın Gölgesinde Hatırlamak

Milad Selâme’nin trajedisi, yalnızca bir çocuğun ölümü değil, hatırlamanın ve unutmamanın yükü üzerine bir hikâyedir. Nathan Thrall, Milad’ın babası Âbid Selâme’nin yaşadığı derin travmayı, bireysel bir yasın ötesine taşıyarak evrensel bir sorgulamaya dönüştürür. Âbid’in, “Hatırlamak zorunda kalmamak beni delirmekten kurtarıyor,” ifadesi, insanın acı karşısındaki savunma mekanizmalarını gözler önüne serer.

Thrall, bireysel bir travmayı işlerken, bir halkın toplumsal hafızasına da dikkat çeker. Salam’ın öfkesi, yalnızca bir baba olarak yaşadığı kayıptan değil, Filistin toplumunun sistematik olarak maruz kaldığı ihmal ve ayrımcılıktan kaynaklanır. “Otobüs dolusu Filistinli çocuk yandığında kimse gelmedi,” diyerek dile getirdiği bu acı gerçek, Filistin halkının sessiz çığlığını dünyaya duyurur.

Huda’nın, çocukların kimliklerini teşhis edemediğini söylemesi, yalnızca fiziksel hasarın değil, insan onurunun da bu trajedide nasıl zarar gördüğünü ortaya koyuyor. Alevler içinde hayatta kalmaya çalışan bir kız çocuğunun, “Alevleri gördüğümüzde öldüğümüzü düşündük. Cehennemde olduğumuzu sandık,” şeklindeki ifadesi, bir çocuğun saf korkusunu, aynı zamanda o korkunun yarattığı insanlık dışı koşulları hatırlatıyor. Thrall, bu ifadelerle yalnızca bir anı değil, o anın taşıdığı derin yankıları da okurla paylaşıyor.

 

Siyonizme Eleştirel Bir Bakış

Thrall’ın kitabında, liberal siyonist görüşlere yönelik eleştiriler önemli bir yer tutuyor. Ona göre, siyonizmgenellikle “Yahudilerin kendi kaderini tayin hakkı” olarak tanımlanıyor, ancak bu tanım eksik kalıyor. Siyonizm, bir halkın kendi kaderini tayin hakkından öte, başka bir halkın vatanında bir devlet kurma girişimidir. Thrall, bu gerçeği okuyucunun gözleri önüne sererken, çatışmayı yalnızca haklar ekseninde değil, bu hakların tarihsel bağlamdaki sonuçları üzerinden tartışıyor.

1948’de İsrail’in kuruluşundan önce Filistin’in nüfusunun %95’inin Filistinli olduğunu hatırlatan Thrall, siyonizmin bu gerçeklikte bir Yahudi devleti kurma hedefini sorgulatıyor. Siyonizme yönelik eleştirinin, bir halkın haklarına karşı çıkmak değil, başka bir halkın haklarını ihlal eden bir sistemi sorgulamak olduğunu vurguluyor. Bu yaklaşım, çatışmaya dair ahlaki ve tarihsel bir sorgulama sürecini teşvik ediyor.

Thrall, işgalin İsrail toplumunda büyük ölçüde görmezden gelinmesini de analiz ediyor. İsrail vatandaşlarının çoğu, zorunlu askerlik aracılığıyla bu işgalin bir parçası olurken, gündelik hayatlarında bu gerçeklikle yüzleşmekten kaçınıyor. Tel Aviv’in kafelerinde veya Batı Kudüs’ün sokaklarında dolaşırken, işgalin varlığı hissedilmiyor. Ancak Thrall, bu “normalleşme” hâlinin, devlet politikalarının bilinçli bir sonucu olduğunu belirtiyor.

İşgale dair devlet söyleminin, güvenlik gerekçesiyle meşrulaştırılması, toplumun geniş kesimlerini bu durumu sorgulamaktan alıkoyuyor. Thrall, bu durumu bir tür kolektif inkâr olarak tanımlıyor ve İsrail toplumunun büyük kısmının işgali bir “uzak gerçeklik” olarak algıladığını ortaya koyuyor.

 

Bir Duvarın Ardında: Kudüs’ün Görünmeyen Hikâyesi

Salam’ın bireysel trajedisi ve Âbid Selâme’nin yas süreci, yalnızca Filistin’in bir köşesinde yaşanan acılar değil; tüm dünyanın insanlık onuruna karşı sorumluluğunu sorgulaması gereken bir çağrıdır. Thrall, okuyucuyu bu trajedinin bir tanığı olmaya davet ederken, bir yandan da sorar: Adaletsizliğin külleri arasında nasıl bir vicdan yeşerebilir?

Âbid Selâme’nin Hayatından Bir Gün, yalnızca bir trajedinin anlatısı değil, aynı zamanda insanlığın çelişkilerini, dayanışma ve adaletsizlik arasındaki ince çizgiyi keşfediyor. Thrall, bireysel hikayeler üzerinden, çatışmanın karmaşıklığını ve insani boyutunu gözler önüne seriyor. Kitap, okuyucuyu hem empatiye hem de eleştirel düşünceye davet ediyor, çatışmanın görünen yüzeyinin ötesinde neler olduğunu anlamaya çalışırken, her birimizin bu insanlık trajedisindeki yerini sorgulamaya teşvik ediyor.

Thrall’ın çalışması, bireysel hikayeler üzerinden geniş bir çatışmanın anatomisini sunuyor. Eser, okuyucuyu insani empatiye teşvik ederken, aynı zamanda adaletsizlik ve çatışmanın karmaşıklığına dair derin bir analize davet ediyor. Âbid Selâme’nin Hayatından Bir Gün, sadece bir trajediyi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda insanlığın ortak sorumluluğunu ve çelişkilerini gözler önüne seriyor.

 

 

Yazar: Nathan Thrall

Yayınevi: Ketebe Yayınları

Türkçesi: Şuhedanur Hacıalioğlu

Sayfa Sayısı: 280

 

 

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *