Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

BARBARLIĞA KARŞI TÜRKLÜK | Semih Samyürek
Deneme

BARBARLIĞA KARŞI TÜRKLÜK | Semih Samyürek 

 

XI.

Göçen Kervanın Ardından

 

 

 

1877 senesinde, Meclis-i Mebusan’ın ilk oturumlarındasöz alan mebuslar, hepimiz Osmanlıyız ama kendi cemaatlerimizi de korumalıyız, minvalinde konuşmalar yapmışlar. Ayrıca her cemaatin kendi dilinde konuşması gerektiğine dair görüşler de dile getirilmiş. Yani o tarihte Türkiye toprakları üzerinde bir millet yaşamadığını tespit etmek mecburiyetindeyiz. Bugünden bakınca hiçbir şeyin değişmediğini düşünenler olabilir. Bu görüşe yazının sonunda bir şerh koyacağım.

Türkler barbar değildir. Niçin? Cevaba bir alıntı ile başlayalım. Fransız tarihçi Jacques le Goff, “Orta Ç Batı Uygarlığı” adlı kitabında, Roma’yı yıkan meşhur barbar akınlarından söz ederken şu cümleleri sarf ediyor: “Barbar yöneticiler Romalılardan yalnız kendilerine danışmanlık yapmalarını istemekle kalmadı, öte yandan Roma törenlerine benzer uygulamalar yapmaya, konsül, patrici vb. Roma ünvanlarını da kullanmaya başladılar. Roma kurumlarına düşmanlık değil, hayranlık duyan bir tutum sergiliyorlardı,”.

Barbarlığın özünde; kendini kitabî, medenî, kentli uygarlıkların yüksek kültüründen aşağı görme hali vardır. Barbarlar yıkıcılıklarını, öfkelerini, sertliklerini yüksek kültürün üzerine boca ederken, onlar gibi olamamalarının hıncını duyarlar. Bu sebeple Roma’yı yıkan barbarların onları yok etmeye değil onlara benzemeye çalıştıklarını görürüz. Kâfire düşmanlık mı besliyorsun yoksa hayranlık mı duyuyorsun? Bütün mesele budur.

Bugün bazı aklı evveller Türklerin barbar olmadığını anlatmak isterken fethedilen yerlerde yıkıcı olmadığını söylemek gibi aptallıklara düçar oluyorlar. Oysa barbarlığın karakteri tam da budur. Peki Türkün karakteri nedir? Türkler Balkan fetihlerinden sonra oradaki feodal düzeni yıktılar. Yani barbarlar gibi fethettikleri yerdeki düzene öykünmediler. Türk fütuhatı Balkan coğrafyasında feodal düzeni yıkmış, toplumu bölen sınıf ayrılıklarını ortadan kaldırmıştır.

Gelin görün ki Türkiye’de her şeyin tepetaklak durmasıgibi bu kavramlar da tepetaklak durmakta. Barbarlık önüne gelen her şeyi yakıp yıkmak değildir, barbarlık yüksek bir kültür inşa edemeyeceğini bildiği için yani aşağı bir kültür olduğunu bildiği için yüksek olanı yıkarak kendi adını duyurabilmektir. Bu yıkım da özellikle binalarda söz konusudur. Barbarlar, yüksek kültür inşa edemeyecekleri için Roma’ya öykündüler. Onların binalarını yıkıp kültürlerini/düzenlerini almaya çalıştılar. Türkler ise Ayasofya’ya dokunmadı. Kâfirlerin küfür düzenini yıktı.

VII. yüzyıldan kalma bir metinde, bir barbar kralına annesi tarafından verilen öğüte kulak verelim: “Eğer zafer kazanmak ve adını duyurmak istiyorsan, başkalarının yaptığı her şeyi yık çünkü senden öncekilerin yaptıkları yapıların üstüne, onlarınkinden daha üstün bir yapı yükseltemezsin,”. Barbar olmak demek, üretemeyeceği yüksek kültüre özenerek, o kültürün somut ürünlerini -binalar gibi- yok ederek adını duyurmaya çalışmak demektir. Oysa Türkler fütuhatları çerçevesinde küfür düzenini yıkarak kendi yüksek kültürlerini tesis ettiler. Kendi itikatlarını, kendi müziklerini, kendi düzenlerini inşa ettiler.

Türkler, her şeye rağmen hala yüksek bir kültür üretebilecek imkanlara sahip bir millet. Belalar, terslikler, sıkıntılar dünyada kıyamete kadar kimsenin peşini bırakmayacak. Bu belalara takılıp kendimizi yüksek kültür üretemeyecek bir konumda saymak, esasında barbarlığın kendisidir. Bu sebeple Mehmet Âkif, “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar,” diyordu. Yani kâfire öykünmeyi değil kendi kültürünün yüceliğini fark etmeye çağırıyordu bizi. Bugün birçok insan kendi kültür üretme imkanlarını tanımadığı için reddederek kendini aynı barbarların yapmaya çalıştığı gibi küfür medeniyetinin içine konumlandırmaya, oradaki yüksek kültür ögelerine öykünmeye çalışıyor.

Ülkemizde, dünyadaki en son gelişmeleri takip ederek yüksek kültür üretimimize devam edebilmek yerine Batının yüksek kültürüne eklemlenmek arzusu baskın çıktı. Esas barbar olanlar, Müslümanları barbarlıkla itham etti. Bugün Türkiye’de kimse Irtî’yi tanımıyor. Ortalama bir Türk vatandaşı klasik Türk müziği dinlerken istemsizce sıkılıyor. Kendini zorlayarak belki dinlemeye çalışıyor. Barbarlık damarlarımıza kadar girdi. Onu ne zaman kusacağız? Kendi özgün kültürümüzü hatırladığımızda. Belki de türkülerimizi, demek lazım.

Barbar kralın annesinin sözlerini tekrar analım, hiçbir zaman senden öncekilerin yüksek yapıları gibi yapılar inşa edemeyeceksin, diyordu oğluna. Romalılara sorsak, kendilerini barbarlardan fersah fersah üstün görürlerdi. Şimdi biz, Türkler üstündür diyen insanlara barbar yakıştırması yapıyoruz. Batı hegemonyası Türkiye’deki insanların birçoğunun beynini iğdiş etmiş durumda. Hiçbir zaman Avrupalıların seviyesinde olamayız diyen barbar ruhlu aşağılık kompleksli insanlara ise medenî muamelesi yapıyoruz. Bizim barbarlarımızın belki de tek farkı, bin beş yüz yıl evvelki barbarlardan daha yumuşak olmaları. Her şey ne kadar da baş aşağı, değil mi?

Teknik, zevk ve ahlak; Avrupa’nın barbar istilası ve akabinde gelen veba salgını ile geriledi. Roma’dan sonra ikinci düzen kurma çabaları da yine başka bir barbar istilaları silsilesi ile başarısızlığa uğradı. İcbarî değil ihtiyarî bir tavırla millet olabilecek feraset Batı’nın bağrında doğmadı. Bu sebeple zorunlu eğitimi icat etmek mecburiyetinde kaldılar.

Bugün Türkiye’de bir millet yaşamıyor, iki millet yaşıyor. Sandığınız gibi bu Türk-Kürt ayrımı değil. Türkiye’de iki millet yaşıyor. Bir, menfaatlerini kâfirlerin menfaatleriyle özdeşleştirmiş olan millet; bir de Türk milletinin menfaatinin kâfirlerin menfaatiyle zıtlaştığını içten içe bilen, hisseden bir millet,” diyor İsmet Özel. Yazının başındaki Meclis-i Mebusan alıntısını analım. Bugün Türkiye’de Türk-Kürt şeklinde ayrılmış iki millet yok. Bugün Türkiye’de barbarlar ve barbarlığa karşı Türk Müslümanlığının yüksek kültürünün tekrar Türkiye’ye hâkim olmasını isteyenler var.

Türkiye’deki zorunlu eğitim süreci, devasa bir gettolaşmaya hizmet etti. Kaybedilmiş nesiller, geleneksel usta-çırak eğitiminin tedrisatından da geçemedikleri için -çünkü zorla sınıflara doluşturuldular- ortalama 30-40 kişilik sınıflarda hayhuyla geçen 40 dakikalık periyotlar içinde hiçbir şey öğrenemediler ve gettolara doluştular. Ucuz iş gücü oldular. Güvencesiz çalışmanın, iş kazalarının adı oldular. Bu sistem işlemiyor. İşlemeyecek de. Ne kadar pansuman yapılırsa yapılsın, Türkler Türk olmayı hatırlamadığı müddetçe, kâfirlerin bir millet görüntüsü arz edebilmek için buldukları merhemleri üstlerine başlarına sürmeye heves ettikleri sürece pansumanlar işe yaramayacak. Eğitim sisteminin başarılı addedilen çocukları da sermaye sınıfına hizmet etmek dışında bir yaratıcılık sergileyemeyecekler.

 

 

Devam edecek…

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *