Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

BEKLENTİLER VE YENİLGİLER | Sefa Fırat
Deneme

BEKLENTİLER VE YENİLGİLER | Sefa Fırat 

Genel kanı için daha fazla tecrübe ve daha dikkatli bakışlar gereklidir ancak şunu söyleyebilirim ki pek çok şeyde olduğu gibi Türk romanına, öyküsüne, denemesine, şiirine katkıda bulunan, bu geniş ağacın altında olan, bu pınarın başında bekleyen, nihayetinde yekpare düşünüldüğünde sanata dair uğraşı olan yazarlarımızın da hayatlarına yönelince dram ve hatalar, merceği bir tık daha geriye yerleştirirsek beklentiler ve yenilgiler görüyorum. Sırayla bunları biraz açayım.

Dram veya Beklentiler

Her eser sonrası yazarın içine düşen bir parça vardır. Hayatı algılayışı açısından çoğu doğalı başkaca bir kalıba çevirdiğinden doğallar kendi tabiatında ona çok yavan görünmeye başladığından üretimini çok kıymetli bulur. Onun için dünyanın keşfedilmeyen ne kıtaları vardır da uzaydan görülmüyor diye gündeme bile getirmiyordur. Çevirdiği bakış, sürdüğü anlam, getirdiği nokta itibariyle hayatın yerlerinde sakince duran ihtimallerini sanki sürüsünü kavalıyla kendisine çağıran bir çoban gibi kendine çağırır ve -şimdi bu örnekten uzak, çünkü çoban çağırdığı sürüsünü tanır, oysa sanatçı yeryüzünün farklı köşelerinden kopardığı bu ihtimallerle yeni tanışıyordur- onlara hayran hayran bakar. Eline düşen bu sürüden ne çıkaracağına, o sürünün potansiyellerine tek bakışla kavuşmak, erişmek ister. Başkasına açılmayan, sunulmayan, cazip durmayan bu sürü ona pek çok şeyin öncülü olarak görünür. Onlar onun yeni doğalıdır. Şimdi o, bu hayali doğayı gerçeğine yanaştırmak, ona katmak ister. Farklı metodlarla ona yanaşır ve -ödevi diyelim buna-ödevine yaklaştıkça mutlu olur. Öyle ki iş üstündeyken sonunda varacağı ödülü düşünür de ne basit hatalara düşer, bu onu o toy vakitte görmez, ona görünmez bile. Sadece bu çağrının gizemindedir o. Ona geliyorlardır ya, o da şimdi öyle nazenin gitmektedir. Ta ki iş biter ve sunum başlar, işte o zaman çağrılanlarla iş biter. Artık davetler hep tanıdığımız dostlarımıza gelir. Dost burada sanatı edebiyat olarak daraltırsak okurlar oluyor. Okur bu geniş havzada kendinden, tarihinden yaklaşmaya başlar metne. Kendi getirdikleri ile yazarın çağırdıkları arasında salınır durur. Yazarın değil, kendisinin kaygısındadır. Anlatılanlar, yani yazarın anlattıkları zaten onun anladıklarıdır, metni bir bakıma böyle yorumlar. Aksi düşünülse dahi kişi kendine yakın parçaları aradığından metnin anlatısındansa kendi anladığına saklanacaktır.

Dram buradadır. Okurun beklentisinin hat safhaya çıkartıldığı ve kamunun okura göre kendini eylediği, farklı yönelimler sergilediği bir atmosferde dram tam da burada atmaktadır. Evvela yazar için şu söylenemez, sanatçı sanatı için onca emek harcamış, içeriğe ince mesajlar bırakmış ve bunun karşılığında bizden bir şey istemeyi hak etmiştir, böyle denemez. Sanat bunu kendine dedirtmez. Biraz popülerist mecralar, söylemler, ortamlar sanatı bu yöne itmeye çalışıyor ve oturacağı yeni zemini herkesin kabulüne uygun ve retlere uzak tutmaya gayret ediyor. Ancak bunda başarı göstermek hayli zor. Sanatçının düştüğü durum açısından pek makul yerlermiş gibi durmuyor şimdilik çünkü. İleride gelenekler daha da seyreldiğinde, elimizde kalanların bizi yetiştirecek potansiyelde olup olmadığı kefeyi ayar konusunda zorladığında bu durum yavaştan tersine dönüyor deriz belki. Gerçi şu günlerde çoğu şey hız kazandı, tahminler çok kısa sürede eskir oldu, akılda olmayan sorunlar çok kabul görmeye ve normalleşmeye başladı. Bu yüzden düşünceler de çabuk erir oldu. Anlamsızlığın zirve yaptığı, amaçsız ve nedensiz yaşamların süslü paketler halinde sunulduğu ve arayışların içinin boşaltıldığı günümüzde bu ekinler nasıl ürünler verecek bilinmez ama şu da bir gerçek ama hem de çok net bir gerçek, biz nereye taşınıyorsak taşınalım, hangi mevkiye geliyorsak gelelim sanat kendine bir ahlak arayacaktır. Kendisine bir statü isteyecektir. Sınırlarının ve ulaşılmazlarının belirlenmesini talep edecektir. Çünkü sanatın tabiatı bu, insanın fıtratı da onun bu değişken halleriyle ilgilenmek.

 

Hatalar veya yenilgiler

“Hakiki olan ruhsal etkiler en iyi ihtimalle küçümsenir ya da hiç fark edilmez bile.”[1] diyor Kandinsky. Hakikatin en büyük düşü insanın onu anlamasıdır şahsımca. Çünkü hakikat insan için vardır. Hikmet biz onu anladıkça kendine bir kap bulur. O havada dolaşır dururken ona çarpmak bizde yalnızca bir şeylerin yolunda gitmediğine dair uyarılar alma hadisesine değinir. Ona sahip olunmaz ancak onunla olunur, onunla yürünür. Kişi bu çarpışmalardan ağır yaralanır ancak bir o kadar da daha fazlasına tutulmak ister. Çünkü aldığı darbenin etkisi dünyanın anlamına, yaşamın girdabına, doğrudan ruhuna inmiştir. Ruh bunu tanır, dost dostu tanır. Ruhun tanıması başka hatırlamalar gibi olmayacaktır elbet. Ruh mekanında olmadığından tanımayı geciktirecektir. Kişiye de bunun azabıyla yaşamak kalacaktır.

Yenilgimiz bize tatlı gelecek ancak bizi sersemletecektir de. Ne hayat ki, ruha ilişmiş her şey kedere giden yolu kolaylaştırır. Bir ömür kederli olmak, ızdırap dolu bir hayatı taşımak, sonunda kendi içine (toprağa) kapanmak akıllıca mıdır? Değil midir? Şahsen akıl aramak boşunadır, bugünden ya da dünden nereden bakarsa baksın, insan meylindeki masumluğun akla uygun olmadığını anlayacaktır. Meyiller bizizdir. Neye meyil verdiysen sen osundur. Atalar yedisinde ne ise yetmişinde de odur derken bunu derler. Peki kurtuluş nerededir o zaman? Madem meyil bizi çekmiş bu kadar kendine, biz onun kölesi olmuşuz, ne diye kurtuluş diye uyduruk bir hikayenin peşine düşelim? Oysa insan bilmez, ne kölelik bu kadar yavandır ne de kurtuluş basit bir şeydir.

Sanatçı olsun olmasın, insan acı çekmeden ölmez. Çok temel bir yazgıdır bu. Pek evvelinde tesbit edilebilir ki “hiç gülmeden ömrüm bitti, bir yaz hatırlamıyorum ki güzel geçti, hayatım başkalarına yamanmak ve bunu hayat sanmaktaydı, sonra erdi” türden cümleler kulağa uzak değildir, tamsızlık, varamama durumu içtendir. Hatta aksi pey seyrektir, “ömrüm bahar bahçeydi, hiç solmadım, yaşadım yaşadım da bir kusura rastlamadım” demek ancak bazı kısa anların, küçük anıların içindedir. Haddi zatında şiirlerde geçer, kısa solukludur. Oysa geri kalanlar acıdır, kederdir ve yeri de romanlardır.

Romanın tarihi, çıkışı nedeni, ne anlatması gerektiği, ne anlatabilir olduğu pek çok kişi tarafından ele alınmış, muhtelif çalışmalar halka sunulmuş, bazı edinilmiş bilgiler ise eminim biz onları duyamadan gitmişlerdir.

Şu sorulabilir, madem hayat çoğunlukla iyi geçmez, neden sanatçıların çoğu roman yazmakta kendinde bir hüner görmezler? Yaşamsa yaşam, herkes yaşıyor işte. Kederin es geçtiği hayat mı var? Bu öncesinde çok kesif noktalarla cevaplanabilir ve bahis sonlanabilir. Net ifadeler olmadan ve düşünceyi dikte etmeden yanaşalım.

Evet insan ruhludur, o işitip görüp tadıp dokunup koklayıp yaşamanın dışında hisseder de. Zaten his çoğu şeyi karmaşıklaştırır, dengesizleştirir. Ancak bunu kötüye yormamak gerek, iyi ki de böyledir. His, insanı arayışta tutar çünkü. Defalarca yenilse de ruhuna dokundular mı insan kalkacak bir neden bulur hemen. O kadar kuvvetlidir ki bu ruha dokunmak, hayat, onu tatmanın, bir daha yaşamanın cazipliğine iter sizi. Şiir bu yönüyle daha çok yazar çeker kendine, hayat ızdırapsa şiir histir çünkü. Roman daha çok hisleri çağıracak ızdırapı anlatmaktır. Bu bakımdan kıymetlidir. Şiir ise okurun acısına his verir. O hissi alan da bir daha iflah olmaz.

En nihayetinde hislenip hislenip varamamaktır dünya, bu da yenilgiden sayılsın.

Biraz geciktim bunu söylemekte ancak bu hakikat etkisini küçümsemek ve anlamamak derken Kandinsky, hem insanın arayışını sürekli dünya ile meşgul ettiğinden hem de devamsızlıktan yakınır gelir bana. Yani evet hakikat bize yanaşıyor, biz de iyi kötü etkileniyoruz ancak onun kutsallığını bazı anlara kapatmak hastalığına kapılıyor ve bunu zorunluluk addediyoruz. Hakikati formundan, doğrusu onun bizden istediğinden uzaklaştırıyoruz. O yüzden anlamıyoruz, onu bulunduğu yüceliğinden koparıyoruz, bu yüzden küçümsüyoruz.

çok akıllı olmak akıl işi değildir, çünkü;

“Sanatçı bütün gücünü daha düşük seviyedeki gereksinimler için kullanır, sözde sanatsal formda olmayan içerikler üretir, zayıf unsurları öne çıkarıp onları kötüler ile harmanlar, insanları aldatır, ruhsal bir susuzluk yaşayanlara saf bir kaynaktan bu susuzluğu dindirebileceklerine dair onları ikna ederek aldatılmalarına yardımcı olur.”[2] der aynı zamanda Kandinsky. Bir tür yenilgi olduğundan bu başlığın altında son kertede bunu anmak istiyorum.

Hakikatin formülüze edilmiş kalıpları vardır. Paketlidir ve anlamı kimseyi harekete geçirmeyecek derecede etkiler. Hakikat sana değsin ancak çok meyletme, o seni bulsun, hitabında bir kafa karıştırıcıdır bu. İnsan bildiğini bilmediğine katmayı sever ve bunu da akıldan sayar. Sanayi devriminin bugüne uzanan ipinde bunu görmek mümkün. Bunun bazı sanatçılardaki tezahürü şu, ortaya sunulmuş paketleri gençliğin ya da geçmemiş gençliğin hevesine kapılıp daimi surette kullanmak. O bu durumun kendisine zarar verdiğini görmediği gibi kalıplarla yaşayan kitleleri kendisine çektiğini anladıkça hevesini şişirir. Kalıpları hızla tüketir. Elindekiler bitince kendi üretime başlar ve şanslıysa üretimlerinde bir başarı elde eder. Değilse -ki asıl şans buradadır-, umulur ki, çizdiği yolu görür ve paketlerin ötesini arar ve bu varılabilecek güzel bir noktadır.

Nihayetinde tüm sanatçılarımıza, fikir adamlarımıza, pınarın başında hakikat kendisine bir kez değdi diye bin kez onu bekleyen ruhlu adamlarımıza hayatlarının dramlarına sahip çıkmalarını, onları en büyük sanatları olacak olan kendi inşalarında hoyratça kullanmamalarını ve hislerinde daimi ve ısrarcı olmalarını salık veriyorum, bunu temenni ediyorum.

Bir de şunu itiraf etmek istiyorum. Genelde bu türden düşünce yazılarına başlığı için bir yakınlık kurmuş ve onlara büyük bir beklenti ile başlamışımdır. Ancak yer yer içerideki anlatı beni hep sonrasının anlatılmadığıyla bırakırdı. Bu başlığın her şeyden evvel şuna değinmesi gerekirdi derdim. Ne mutlu ki Kandinsky’nin buna da güzel bir cevabı var, gerçi ben bu sözünü buna bir cevap olarak görüyorum ve aslında hayata.

“Aç ruhlar oradan yine aç ayrılırlar.”[3]

[1] Wassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, 35.

[2] Wassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, 35.

[3] Wassily Kandinsky, Sanatta Ruhsallık Üzerine, 29.

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *