Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

BİR ‘HAYRET’ TAŞIYICI OLARAK ŞİİR | A. Samet Atılgan
Deneme

BİR ‘HAYRET’ TAŞIYICI OLARAK ŞİİR | A. Samet Atılgan 

Zaman kaybı ile zamana yetişmenin arasında hayret etmeye pek fırsat yok. Yeni olan hiç kimsede kolay kolay şaşırtıcı bir etki uyandırmazken artık ortaya konan şey; alıştırılmanın, göz önünde bulundurulmanın akışkan sırasında bekletilir. Olan bitenin bir poetik bilinç içinde eritilmesi, çok sayıda karmaşa gündem üreten dünyanın işine yaramaz. Gündemin bilgisi hayretin yerinde saymasını gerektirir. Daha doğrusu, hayretin varlığı kendi hayretliği içinde açıklanabilen bir zeminden uzaklaştırılır. Gittikçe metalaşan hayret karşısında, kimin neyi ne kadar fark ettiği sürekli belirsizlik içindedir. Böyle bir ortamda farklı ve özgün olanın ön plana çıkması, az da olsa dile gelmesi ancak birkaç nitelikli gözün dikkatine sığar. Nitelikli olan da daima göz önündeki nicelikten imtina eder ki bizim sanat eserinden beklediğimiz, bizi alışılagelmiş olana değil, alışılagelmemiş olana davet etmesidir.

 

Söz konusu şiir olduğunda mesele daha da karmaşıktır. Yapısal yoruma karşı öznellik odağına yakın duran Eco’nun “açık yapıt”ı, pek çok türde olduğu gibi şiiri de modern bireyin merkezinde yorumlayarak şiirdeki çokluğu, çoğulluğu ve doğal bir biçimde çok anlamlılığı artırmıştır. Belki de yorumun arttırıcı gücü sayesinde bugünün bireyi, şiir adına her türlü teknolojik donatılara sahip bir evrende yorumlanmayı tercih eder durumdadır. Şiirin yazan tarafında tutulan saflar, poetik birliktelik anlamında sık durmasa da “görüntüseven” birliktelik anlamında çokluk izlenimi verir. Buradaki sayısal izlenimin sonucunda şairin varlığına dönük hayretinin kaybolduğunu söylemek hiç de zor değildir. Bunca yığının arasında öncelikle sökün eden şey şiirin elden ele yayılmasıdır. Kaybolan hayret, “kaybolan bağlar” gibi yeniden kazanılabilir mi? sorusu bir süreç gerektirirken Fransız şair Pierre -Jean Jouve, bu aşamada şairi yeniden tanımlar: “Şair bilendir, yani bildiğini aşan ve adlandıran kişidir. (…) Şiir ise enderdir, kökenlerini sürekli aşar,”.

 

Şairin kökenlerini sürekli aşmasının şiirin ise ender oluşunun kaynaklık ettiği şey birbirini tamamlıyor. Şöyle ki aşma hareketinin kökene bağlanması, şiirde şairin kendi kök(en)lerini bulma uğraşı vermesine dayandırılabilir. Enderlik ise şairin bulma uğraşını verdikten sonraki “aşma” durumunu gerçekleştirmesi olarak nitelendirilebilir. Bu uğraş verilirken ortaya çıkan her şeyin şiir olması zaten mümkün değildir. Ender oluşu belirleyen, şairin “ayıklama” ile “seçme özgürlüğü” arasındaki gitgelin kıvraklığıdır, poetik öngörüsüdür. Kendisinden önce yazan şairlerin bıraktığı boşluklar, unutulan bakir alanlar gibi birçok nokta kıvraklığı şairin lehine çevirebilir. Dolayısıyla şiirin yeniden düşünülmesi, kökenine inilmesi onun hayretinin farkına varılmasının önünü açar. Şiir, bilinirliğini bir kez daha keşfe çıkar; ayıklanır, köklenir, aşılanır; ender kaldığını görür.

 

Zarifoğlu’nun şiiri -özellikle ilk dönemleri itibarıyla- bir çocuk hayreti ile kurulmaya çalışılan evrene, aynı anda dinginliği peşinen kabul etmeyen bir hayal gücü sığdırır. Bu yönüyle çoğu zaman keşfe açık fakat işaret yerlerinin her zaman belirgin olmadığı bir şiire varır. Tahkikatı elinden düşürmeyen bir merak, devamlı yaramazlık peşindedir Zarifoğlu’nda. Bu yaramazlık çok kişiseldir ve bireyin varoluşundaki en önemli parçadır. Bu yüzden onun şiirini hayret ve var olma üzerinden bir “enderlik” testine tabi tutabiliriz.


Hayret ve varolma tıkandı

Hayret ve hayâ tıkandı

Hayret ve hayret ve hayret

İlk kez geriye dönmek gerekiyor


Dağları yokladınız mı dilsiz duranları

Bir de kulak kesilince

Dağ konuşur – Hayır konuşmaz mı


Zarifoğlu, “tıkanma” üzerinden belirleyici olana dikkat çeker bu şiirinde: hayret, varolma, hayâ. Hayret etmenin işaret ettiği nokta ise ilk kez geriye dönmenin gerekliliğine odaklıdır. İnsan dünyaya gelirken varlığının tam anlamıyla farkında değildir. Dünya ile kurduğu temas insanın hayret ile kurduğu ilk temastır. Hayreti arttıkça var olduğunun, var oluşun devam ettiğinin bilincine varır. Zarifoğlu’nun bahsettiği “tıkanma”, bu bilincin kapanmasına yöneliktir. Toplumsal değişimlerin, kültürel aktarımların, fütursuz ayartmaların olan biteni insanın önüne koyuş şekli onun yaradılış alışkanlığı olarak bellediği hayreti normalleştirir. Hayret, kavranan bir şey olmaktan uzaklaşıp sıradanlığın içinde haber alınan bir “gelişme”ye dönüşür. İnsan, var oluşunu hatırlayamaz. Tüm bunlar Zarifoğlu için bir hayâ meselesidir aynı zamanda: Gördüğü durum karşısında tepkisiz kalıp utanmamak. Bu durumda en önemli hatırlatıcı şüphesiz şairdir. Şairin çağrısı ise geriye dönmek ve varlığın içindeki oluşu yeniden var olana hatırlatmaktır.

Koştukça hızlanan hızlandıkça hızlanan

En eski uygarlıklarda hak arayan

Gövdenin labirentlerinde

Cam gibi birden donan

Bütün bir gövde bir hayret

Bir şaşkınlık bir taaccüp gibi donan

 

Mevcut hayret, gövdeyi donup kalmanın ötesine götürmez. Onu olduğu yerde durdurup izlenmesine eşlikçiler buyur eder adeta. Zarifoğlu’nun bu donukluk karşısındaki tıkanmayı, şiiri var oluşun hayretine yaklaştırarak açma girişimi, şiirini ender kılmada ayırıcı noktalardan biridir.

Şiir açısından “enderlik”, bugünün poetik çoğulculuğunu düşündüğümüzde gerçekten de nadirattandır. Aynılaşmanın getirdiği vasat standart, yeni arayışların tabi olduğu köksüzlük, geleneğin tumturaklı reddi gibi pek çok mesele hayretin yok oluşuna bir çöl ikliminden bakar.

Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası’nda psikanalistin nedenlerinin yaşanılan poetik çağda, poetik hayali yeniliğin içinde müjdeler vermediğini, şiirin bu yüzden şaşırtıcı ve hayallerinin de öngörülemez olduğunu söyler. Çünkü poetik hayallerin yüksek gerçekliği karşısında psikanalist tavrı hissi bulur.

Bir oluşa doğru ayak basan şiirin ayak izi bırakıp bırakmaması şairini aşan bir şeydir. Ama yine de poetik yeniliğin sınırlarını bir şairin çizmesini bekleriz.

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *