Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

DİLE DÜŞEN ŞİİRİN RÜYASI | Ali Ömer Akbulut
Deneme

DİLE DÜŞEN ŞİİRİN RÜYASI | Ali Ömer Akbulut 

Şiir var. Buna karşı durmak imkânsız. Lakin şiir sor(g)usu peşimizi bırakmıyor. Şiirin neliğini, yerinin neresi olduğunu hep soruyor, sorguluyoruz. Yine biliyoruz ki bir şey sorguya dönüşmüşse o şeyin kendiliğiyle bizatihi karşılaşma (henüz) gerçekleşmemiş demektir. Şiirin ne’liğini, yerini yurdunu soruyorsak o burada değildir ve biz (de) onun yurdunda mukim değilizdir. Şair, anlamlandırmaların ve kategorik edebiyatın değişken ve çoklu hakikatler arenasında yersiz birretoriğin pençesindedir. Bu durumda şiirin anlamını yeniden bulma ya da ona (yeni) bir anlam verme arzusu affedilebilir mi? Bu sorunun “arzusunu” yerine getirmek bir yana, bu soruya cevap vermek bile şiirle yüzleşmeyi; karşılıklılığı zorunlu kılar. Bunu şiirin yerini yurdunu bilmeden yapamayız. Şiiri anlamlandırmaların alanına girdiğimizde bu işin sonunu bulmamız ve yolda durabilmemiz imkânsızdır. Bütün anlamlandırmalar varsayımsal olacağına göre buradan şiirin kendiliğine ulaşabilme imkânımız yoktur. Kategorize edilmiş bir edebiyatın içinde görünmez olur şiir. Şiir yalnızca kendisidir, onu başka bir şeye irca edemezsiniz. () Bir edebiyat hâline ve salt bireysel bir fantezi ifadesine dönüştürülüp buna alışılmasından önce, şiirin kökeninde tamamen farklı bir şeyin olduğu doğrudur,”. Şiirin ilkinliğinde en derinine yerleşene eriştirecek bir yol, bir izlek bulmalıyız. Her şey için olduğu gibi şiirin (de) kendi tarihini yeniden yazma hakkı vardır. Şiirin yerine, ana yurduna varmak için bir arazi keşfine çıkabiliriz belki. Bir ara yurtta konaklayıp ana yurdun iz ve işaretlerinin peşine düşebiliriz.

İbn Arabî şairlerin ilham aldığı üçüncü gök küreden, Felek-i Zühre’den (Venüs Yıldızı) söz eder. Şiir yıldızı, şiir alemi. Şiirin rüyası Yusuf’un armağanı olarak “özel bir iradeyle” zuhur eder Zühre’de. Zühre şiirin konak yeridir. Yeryüzü ikametiyle “zirve seyir yer”leri arasında. Bu(a)rası şiirin “arzu’l-hakika”sına; hakiki toprağına, gerçeklik yurduna açılan kapıdır. Dilin zuhura açıldığı, aidiyetin açıklığında başı açık, sadakatle kendini sunmak için yüreğe indiği yerdir.

Yûnus Emre “aşk”ı anlattığı bir şiirinde, bu şiiryurduZühre’yle Babil’de sihirbazlıkla uğraşan Hârut ve Mârut’unilginç bağlantısını anlatır. Yûnus’un sözleri, “şiire nasıl varılır” veya “şiirden nasıl olunur”un hikâyesidir aynı zamanda:

Gör Hârut-Mârut neyidi hazretde ferişteyidi

Nasibin ışka aldurup makamın Zühre’ye vire.

Zühre yere inübeni sâzın nuvaht eyler ise

Âşukun işreti sensiz gözi ol yana gitmeye.

Gökteki Hârut-Mârut ışık içün indi yine

Zühre yüzin görücek unutdı Rahmanını,.

Zühre, İran mitolojisinde adı Nâhid, Yunan mitolojisinde Afrodit, Romalıların mitolojisinde Venüs adıyla anılan bir kadın tanrıçadır. Finikeliler bu tanrıya Astarte derlerdi. Tabiatın doğurucu gücünü ve güzelliğini temsil eder. Rivayete göre bu iki ferişte (Hârut-Mârut), bir kadına âşık olmuşlar. Kadın ise, kendilerinin okuyup göğe ağdıkları ism-i a’zamı kendisine belletmeleri şartıyla Hârut ve Mârut’unisteklerine evet demiş. İsm-i a’zamı öğrenmiş, okuyup o da göğe ağmış. Allah bu kadını çarpıp yıldız yapmış. İşte Zühre yıldızı bu kadınmış. Allah, Hârut ve Mârut’tan ise dünya ve âhiret azabı arasında tercih yapmalarını istemiş. Onlar da dünya azabına razı olmuşlar. Allah tarafından Babil kuyusuna baş aşağı asılmışlar. Büyücüler bu kuyunun başına gelerek Hârut-Mârut’tan büyü öğrenirlermiş. Zühre, çeng adlı kanuna benzeyen fakat dik tutularak çalınan telli bir saz yani harpa çalardı. Çok parlak ve gökte fark edildiği için Çoban Yıldızı, Çolpan (Çulpan) olarak da adlandırılır.

İbn Arabi miraci (“Huzur”a yükseliş) bir müşahedesinianlatırken Felek-i Zühre’den [Venüs Yıldızı (Çoban Yıldızı da denilmektedir)] şairlerin ilham aldıkları yer olarak söz eder. Zühre en büyük rüya tabircisi Hz. Yusuf’a ait olan üçüncü gök küredir. Yolerinin şiire özgü olanı tanıyacağı bir yarı-yolbuluşmasıdır bu. Hayal âleminin ve sembollerin nasıl tabir edileceği burada öğrenilir. Bu gök kürede şaire şiirleyen bağışlar verilir; kusursuz biçimlendirme, güzellik, düzen verme (nizam), yerli yerine koyma buradan gelir. “Hz. Yusuf, Allah’ın kendisi için seçtiği ilimleri, yani tahayyül ve hayalsuretleriyle ilgili ilimleri yolcuya dağıtır. Hz. Yusuf rüya tabiri ilminin en büyük üstatlarından biri olduğu için, Allah, Adem’in çamurundan artanıyla yarattığı arzı, Cennet Çarşısı’nı (Sûku’lCennet), ışık ve ateşten yaratılan ruhların ve yüksek, yüce manaların hayali bedenlerini Hz. Yusuf’un huzurunda hazır kılmıştır. () Allah, hissi algılama ve hissinesneler suretinde manaların bedenleşmesini Hz. Yusuf’a öğretmeye devam ederek ona tüm bunların tabir ilmini vermiştir,.

“Yolculuk (sülûk), sâlik’in “ruhlar âlemi” âlem-i ervah ile “cisimler âlemi” âlem-i ecsadın karşılıklı tesiriyle varlıkların nasıl meydana geldiğini de öğrendiği bu ikinci semâdan, teşbih, tezyin ve hüsn âlemi olan üçüncü semâya kadar devam eder. Şairlerin ilhamı bu mertebeden, hatiplerin ilhamı ise önceki semâdan gelir. Bu semâ Venüs’ün (Zühre) semâsıdır ve burada mukîm olan peygamber (Hz.) Yusuf’tur (Joseph): Burada hüsne, çifte atıf söz konusudur zira (Hz.) Yusuf ananevî olarak ve onun adını taşıyan Kur’an’ın 12. sûresindebeyan edilen bilgiler üzere beşerî şemailin kusursuzluğunun mümessili olarak telakki edilir. () Dört unsurun insicamı (nizam) ve kameraltı dünyayı teşkil eden dört mizaç bu üçüncü semâdan ileri gelmektedir. Sadece bu tabakayla alakalı kevnî (kozmolojik) ilimler feylesofa yine burada öğretilirken, tâbi olanlar da burada gizli rümûzatı çözen, en yüksek seviyede bir rüya tâbircisi olan (Hz.) Yusuf’tan ‘Âdemin çamurunun bakiyesinden halk edilen yer’ olarak remzdilenmisâl âlemine dair irfanı alırlar.”

Yine şiiryurdu Zühre’yle ilgili olarak Mahmut Erol Kılıç, sihir düzenekli şiirin yolunun nereden ve nasıl geçtiğini (de) ele veren ilginç bir noktadan söz eder:

Burada şiirin astrolojik tesir altında Venüs’ün etki alanı altında ele alınması da bize hayli ilginç gelmiştir. Zira mitolojide Utarit, yalan ve hilenin koruyucusu olarak görülmüş ve dünyaya gelir gelmez ilk iş olarak Venüs’ün kemerini çalmıştır. Bütün sermayesi diğerlerinden intihaldir. Yalan söylemek ve üstelik ona hakikat şekli vermek için güzel söz söyleme sanatına ihtiyaç vardır. Utarit fevkalade güzel ve etkili söz söyleme kabiliyetine sahip olduğundan herkesi tuzağına düşürmek için daima bu vasıtaya müracaat eder. Bundan dolayı kendisine fesâhât ve belâgât ilahı gözüyle de bakılır. Bu durumda Venüs’ün tesiri altında olan şairler ile Utarit’in tesiri altında olan şairler arasında büyük farklar ortaya çıkmaktadır,.

Tam burada Hz. Peygamber’e (sa.) atfedilen bir söz bize kılavuzluk edebilir: “Kuşkusuz şiir hikmet, beyan sihirdir,”. Hz. Peygamber’in (sa.) bu sözü de bizi doğrudan sihirle ilgili en belirgin, en bildik, açık hâlleri yaşayan Musa Peygamber’in deneyimine götürür. Bir yanda “aldatıcı düzenbazlık (sihir)”, bir yanda “görünüş ve gerçeklik arasındaki mahiyet farklılığı (hikmet),”.

Kadim zamanlardan beri sözlerin, sözcüklerin, harflerin özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilerek sihirde kullanılması; unutulmayacak, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi hatırda tutulmalıdır. Şiir diye sunulan birçok metin bu eski sihirli ustalık/düzenbazlıkla “yapılmış” olarak çıkar karşımıza. Kimi “şaşırtıcı, doyumsuz” durumları “sihirli” olarak ifade edişte de gerçeğin bize veremeyeceği bir hâli yaşama savı içkindir. Stratejik zekânın, görüntü sevicilikve reklamın iyice azdırdığı “gizemcilik” ve “gizli ilimler” çöplüğüne dönen bir zamanda ise her adım başı bir sihir (ya da büyü) ile karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. Öyle ki sihir giderek yerli yersiz, tuhaf gibi gözüken, normal algılarımızı aştığı zannedilen her şey için kullanılmaya başlamış, şiir de (olur olmaz bir biçimde) bundan nasibini almıştır. Guénon bu durumun her tür sözüm ona inisiyeler tarafından yaratılan ve devam ettirilen yanlış anlamalara meydan verdiğini belirterek şöyle devam eder: “Kimileri için ise ‘büyü’ daha ziyade ‘edebi’ bir anlam kazanmakta ve biraz günlük konuşma tarzında ifade edildiği gibi ‘edebi tarzın büyüsü’sünden söz edilmektedir; onlar bu ‘büyüleyici’ özelliği şiire (ayrım gözetmeksizin bütün şiirlere olmasa bile, en azından bazılarına) atfetmek istiyorlar,.

Sihrin iki türünden söz edilir. Bir, büyü ile karşılayabileceğimiz tümüyle düzmece etkinlik olarak karşımıza çıkan sihir vardır, bir de gerçek olanın kötüye kullanılması etkinliği olarak sihir vardır. Dikkat edilirse her ikisinde de bir örtme, gizleme, başka türlü göstermeye çalışma durumu vardır. Kadim zamanlardan bu yana, hassaten bugün,şiir diye ortaya sürülenlerin çoğu bu iki sihir çeşidiyle de maluldür, yaralanmıştır.

Şu hâlde burada beyan”ıretorik”le karşılayabiliriz. Şöyle ki; özgüleyici uzdillilik olarak değil, dilin istendik etki yaratacak biçimde kullanımı olarak retorik. İlgiyi saklı düşünce, niyetten saptırmaya yarayan “inandırma ustası”. Üstünlük kurmaya çalışırken hoşa gitmeyi hedefleyen arzu. Sözü “kendi oluşundan alıp dışarıya, ötekinin diline yönlendir[en] bir tehlike,”.

Oysa “derin nüfuz, üstün kavrayış” olarak anlamlandırılabilecek olan hikmet”in edimsel bir işlevi de vardır. Şiir hikmetse o zaman hikmetteki hüküm icraatı da vardır onda. Mümkinatın “ne ise o” olması keyfiyeti hikmetledir. Şiir şiirleyerek mümkinatı “ne ise o” kılar. Arapça şa’ara ve saç (kıl) anlamına gelen “şa‘r” köklerinden, İbranice “şîr, şîra ve se’ar” köklerine kadar Sami menşeinde aynen anılışıyla şiir; farklı bir keşif ve “erişim” durumunu ifade eder.“Sebat, biliş, fark ediş ve alamet” anlamlarına da sahip “şa‘ara” kökünden gelişiyle “derin bir seziş, hissediş ve üstün kavrayış” demek olan şiir, hikmet”tir diyebiliriz. “Yapma, imal etme, üretme” anlamlarına sahip Yunanca “poiesis”tengelen şiir (beyan) ise sihirdir. Ve sihir “sanal” bir “gerçekliğe” sahiptir, vehmidir. Bir hükmü, bir edimi yoktur.

Said Nursi söz ve hikmet ilişkisinin sürmesinin koşullarını şöyle açıklar:

Evet, söze ziynet (süs, güzellik) vermeli ama anlamın doğal yapısını bozmamak şartıyla. Anlamın biçimine görkem vermeli, ama kastın iznini alma koşuluyla. Üsluba parlaklık vermeli, ama amaçlananın tabii eğilimlerine uygun düşmesi şartıyla, benzetme yapmalı ve buna canlılık vermeli, ama istenilenin ilgisini göz önünde bulundurma ve hoşnutluğunu alma koşuluyla, hayali hareketlendirmeli ve göz alıcı kılmalı ama gerçeği incitmemek, ona ağır yük yüklememek, gerçeğe örnek olmak ve ondan yardım dilemek şartıyla,.

Şiirin has evlatlarından biri; şair Behçet Necatigil de “şaşırtıcı” bir biçimde şairin hikmet burcundan söz eder: Bence her şair, şiir hayatı boyunca, üç burçtan: Gurbet, hasret ve hikmet burçlarından geçiyor,. İlk ikisi şairin uğraklarıdır belki, ama takılıp kalınmaması gereken burçlardır. Gurbette rastlantıların payı büyüktür. Beğenisi sağlam temellere oturmamıştır. Bir korunma içgüdüsü, sağda solda eline geçirdiği öteberiyle, bir barınak kurmaya ve varlığını böylece kanıtlamaya zorlar onu.

Hasret burcuna gelince, gurbetlerde oyalanmanın zaman kaybından başka bir şey olmadığını gören şair kendi şiirini özlemeye başlar. Büyülenmiş gibi, içinde uzayıp giden kendi kervanının peşinde, asıl bu hasret döneminde, önleyemediği bir güçle kendini, kendi dünyasını aktarır bize. Ama zaman geçtikçe dünyayı dilediğince bir biçime sokmanın zorluğunu görür. Kendi küçük özlemlerini bile gerçekleştirememiştir.

“O zaman hikmet burcuna girer. Hikmet çapraşıktır ve çok az değişir. Geçmişin büyük şairlerini o zaman anlar. () Şair, hikmet döneminde daha çok, değişmez alınyazısına geçer. ()Ve bütün büyük şairler, bir gün gelmiş, hatta günlersizaylarsız, önceden, hikmet burcuna girmişlerdir. Ve kalan, galiba daha çok, hikmet burcu ürünleridir. İnsanın en şaşmaz falını hikmet burcu gösteriyor; çünkü gurbetler geçici, hasretler geçici ve ebedî insan hikmet burcunda yaşıyor. (…)Şu var ki olgun, ergin okuyucunun gözü (de) daha çok sonuncu burçtadır, hikmet burcunda,”.

Şiirin asli özü, karanlığı, gecesi, (büyülü) şiirsel sözün parıltısını yutuverecektir. Şiir gecede soluklanır çünkü. Gündüz, parıltı, aydınlık görmeye engeldir. Gözü kamaştırır ve sabitler; her zuhuru kapatır, örter, karartır; zulmete atar. Birbirini saf dışı bırakan tikel gerçeklikler olarak kendi göreliliğiyle şekillenen biçimsellik düzleminde kalır. Karanlık şiirin vazgeçilmezi gibidir. Karanlık, gece kendi sınırsız (biçim üstü) yurdunda özgürce hareket eder ve göreli gerçekliklerin nasıl sınırlanıp kaldıklarını seyre dalar. Şiirböyle (ndüze, görülür biçimsel dünyaya) kendini körleştirerek yol bulur. Her türlü dışsallığa, arıziliğe, zuhuratı engelleyen tüm kanallara, zekânın çeldirici kıvılcımlarına, hemen ilk elde kendini ele verişlere ve dahi kendinde oluşu kesintiye uğratan dolambaçlı yollara kendini kapatır. Derridabunu şöyle ifade eder: “Ama şiirimiz ne isimlerde ne de kelimelerde yer alır, onların içinde değildir, öncelikle sokağa, yola ve kırlara atılmıştır. () O halde belleği yitirmen, kültürü etkisiz hâle getirmen, bilginin nasıl unutulduğunu bilmen, poetik kütüphaneleri kundaklaman gerekecektir. Şiirin tekliği yalnız bu koşulla vardır. () Kirpi kendini körleştirir,.

Bu körleşme “şiire özgü” olana yaklaşmada bir geçit, kıstak(berzah) işlevi görür. Titus Burckhardt, berzahı gözdeki “kör noktaya” benzetir. Durmadan yürüyen bir “körle”, her adımda yola bakarak ilerleyen “görür”den hangisi menzile daha çabuk ulaşır? Ne diyor Hz. İsa: “Görmeden inananlara ne mutlu,.Hz. Peygamber’in ihsan tarifi ise bir ileri aşamadır: “Sanki O’nu görüyormuşsun gibi. () Sen O’nu görmesen de O seni görüyor,. Görmemen görmendir; görülünce görürsün. İhsan tarifi, hayal melekesine (hayali kavrayış) açılmanınisabetliliğini ifade etmektedir. Bu ise şiirin ana yurdu olan berzahı (hayal ve misal âlemini) işaretlemektedir.

Hölderlin’inİnsanlık şiirce (şiir hâlinde, şiir olarak) yurtlanır,” dediği yer burasıdır. Şiirin ara yurdundan ana yurduna sefer için yol hazırlığına başlayabiliriz belki buradan. Şiir, kuru aklın şaşaasına körleşir de belki, ritim hâkim olur her şeye ve dilin kemiği kırılır. Şiir varlığın gözesinden (ayan-ı sabite, asli köken) taşar (da), çocuk safiyetinde ve yalın hâliyle; şiir olarak yükselir.

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *