Yunus Erçin Kol, şairimiz Muharrem Demirci’nin bir şiiri üzerine bir çözümleme kaleme aldı. Şiirin kendisini de okurlarımızla paylaşıyoruz.
Demirci’nin ilk şiir kitabı Yaban Ağrısı, Ruhsatsız Şiir serimizde yayımlanarak okurla buluşmuştu.
Demirci, söz konusu şiiri; Ruhsatsız şairlerinin buluştuğu, Sakarya’da Emir Bayram moderatörlüğünde düzenlenen ve Sami Uluğ, Kadir Tepe, Muharrem Demirci, Yunus Erçin Kol’un konuşmacı olarak katıldığı “Mahcubiyetten Mecburiyete: İyi Değil, Gerekli Şiir” programında okumuştu.
Kol ayrıca, Kadir Tepe’nin başlattığı “İyi Değil, Gerekli Şiir” soruşturmasının editörüdür.
Gündelik hayat, maruz kaldıklarımızdan müteşekkil bir semptomlar bütünüdür. Bazen bir nesne, bir koku veya bir ses, benliğimizin en derinlerine kodlanmış, “medeni” kabuğumuzun itinayla gizlediği o ham kimliği bir anda tetikler. Muharrem Demirci’nin “DOBLOLULARI GÖRÜNCE UYANAN HALKLIĞIM” şiiri, tam da böyle bir tetiklenmenin, sancılı bir uyanışın ve kolektif bir bilincin arkeolojisidir. Bu metin, “Doblo” gibi sıradan bir aracı, bir “halklık” itirafnamesine dönüştüren sarsıcı bir yüzleşmedir.
Şairin uyanan “halklığı“, sterilize edilmiş bir nostalji olmamakla beraber, bedensel bir gerçekliktir: “kaşınan, kaşıyan göbeğini, ayakları kokan / asfaltlara tüküren” bir varoluştur. Bu, “taşradan çıkarken avluda unutamadığı” bir “çocukluk” ve “barbarlıktır”. Şiirsel özne, bu ilkel benliği, edindiği “olgunluğa ve medeniyete karşı artık savunamayacağının” bilinciyle, iki dünya arasında asılı kalır.
Demirci, bu parçalanmış bilinci, şiirin diline ustalıklı bir biçimde sirayet ettirir. Metin, “göz aydınlığım köstebek ölülerin berberi” gibi İkinci Yeni yankıları taşıyan, rüyayı andıran imgelerle soyutlaşırken, aniden toplumsal gerçekliğin en kaba tokadıyla irkilir: “masada insan var topla kendini”. Bu dize, tüm o içsel kaosu susturan, “elalem ne der”in buzdan sesidir. Şiirin formu, tıpkı öznenin bilinci gibi, “merdivenaltıve sallantılı” bir peyzaj sunar.
Şiir, “Doblo”dan (halk) “vekil arabasına” (iktidar) kaydığında, metnin politik damarı en çıplak haliyle atmaya başlar. Bu geçiş, arafta kalmış bir “polis memurunun” zihninden süzülür. Memurun “üşüşen düşler”i , günümüz Türkiyesi’nin kolektif şizofrenisini “hashtag” (etiket) formatında ifşa eder: Devletin kudreti (#siyahpassat #çakar #şemdinli), ideolojik telkinler (#üççocukkürtleryerlivemilli ), ekonomik çıkmaz (#arabanıntaksidievinkredisi ), sosyal kaçış hayalleri(#hanımınaklındailkizindekelebeklervadisi) ve varoluşsal sıkışmışlık (#kpssakifasımınnesli ).
Bu zihinsel fragmanlar, “34 FTH 1453” plakalı “siyah bir kaplan” (iktidar) ile üniformasının altında “kuzu kalbi” taşıyan (halk) arasındaki dinamiğe zemin hazırlar. Ve şiir, en keskin neşterini burada vurur: “nasıl korusundu kaplanı kuzudan aradaki kurşungeçirmez cam”. Güçlünün, zayıftan “made in germany” bir teknolojiyle korunma zorunluluğu, iktidarın diyalektiğini ters yüz eden parlak bir ironidir.
Son bölümde, bu “halklığın” anatomisi tamamlanır. “Karnı yere yakındır”, zira “içinde mülakatlar” gizlidir. Trajediyi “fıtrat” diyerek “milli yoğurdumuz” “hüptörük” ile geçiştirir. Rantla, “ananemizden kalmayan arsalarda” yükselen bungalovlara sahiptir; “devletin denizi mal”dır. Ufku, “makineye yatkınlığı” “anca bir doblo kadar”dır ve “amerikanrüyası”, “bagajda dikine bir beyzbol sopası kadar”dır. Bu, “tarihin kavşağında dörtlüleri yakıp / stepneleri dansa kaldıracak” bir varoluştur; ilerlemeyi değil, kriz anındaki durağan ve absürt bir kutlamayı seçer.
Bununla birlikte, şiirin en büyük gücü olan bu kesif imge yığılımı ve politik öfke, aynı zamanda onun zayıf noktasını da oluşturabilir. Demirci’nin ‘halklık‘ portresini çizerken kullandığı sembollerin (mülakat , hüptörük , beyzbol sopası )yoğunluğu ve doğrudanlığı, metni lirik bir iç sesten ziyade, zaman zaman keskin bir politik manifestoya yaklaştırır. Şiir, “anlatmak”tan çok “göstermesi” gereken yerde, bazen “işaret etmeyi” seçer. Şiirin didaktik bir “slogan” metne dönüşme tehlikesi, özellikle ‘hashtag‘ bölümünde belirginleşir. Biçimsel olarak yenilikçi olsa da, bu etiketler o kadar güncel ve “hazır” anlamlarla yüklüdür ki (#siyahpassat, #üççocukkürtleryerlivemilli), şiirin estetik derinliğini ve okurun yorum alanını bir nebze daraltma riski taşır. İmge, çok katmanlı bir sembol olmaktan çıkıp, tek anlamlı bir alegorik işarete dönüştüğünde, okurun metinle kuracağı yaratıcı bağ zayıflar. Bu durum, metni mevcut ana fazlasıyla sabitleyerek, onun zamansızlaşmasının önüne geçebilir.
Tüm bu eleştirel risklere rağmen Muharrem Demirci, metni tek bir soruyla mühürler: “peki kuryeleri kim taşıyacak?”. Doblo’nun temsil ettiği sınıfın dahi altında, sistemin görünmez yükünü çeken “kuryeleri” hatırlatarak, şiirin tüm sosyolojik tahlilini keskin bir vicdani sorgulamaya dönüştürür…
DOBLOLULARI GÖRÜNCE UYANAN HALKLIĞIM
Muharrem Demirci
dobloluları görünce uyanan halklığım
kaşınan, kaşıyan göbeğini, ayakları kokan
asfaltlara tüküren, aksinde serab-ı ömrüm
taşradan çıkarken avluda unutamadığım
çocukluğumu ve barbarlığımı
olgunluğa ve medeniyete karşı artık savunamayacağım
dobloluları görünce uyanan halklığım
simlendi bulutlandı
peyzaj bir içişleriydi, merdivenaltı ve sallantılı
yılmaz bekçileri mi olur yurdumun
yutkundum, gram bile etmiyor göğsümden geçenler
tentürdiyota ekmek doğramak hünerini gösterenler
devam, ben yoruldum
kenelerin bir cumhuriyeti olsa
ilk seni dişlerdim
dobloluları görünce uyanan halklığım
evde sek sek, kahvede elliiki
ev yolu bana tümsek
göz aydınlığım köstebek ölülerin berberi
masada insan var topla kendini
dobloluları görünce uyanan halklığım
yaklaşan vekil arabasını görünce
bir polis memurunun aklına üşüşenleri düşler
üşüşen düşler:
#siyahpassat #çakar #şemdinli
#neredebupartiamblemi
#üççocukkürtleryerlivemilli
#arabanıntaksidievinkredisi
#hanımınaklındailkizindekelebeklervadisi
#kpssakifasımınnesli
polis memurunun rt ettiği son tiviti:
hiçbir şeyden çekmedi dünyada, dünyadan çektiği kadar
anons geçerler, yaklaşıyor yaklaşmakta olan
ufukta siyah bir kaplan: 34 FTH 1453
“kontrolsüz güç, güç değildir”in almancası bu masalın adı
ben almanca bilmem
kaplan kaplan
senin göğsünde oyalanan koca bir yanardağ
damarlarında korumayla gezinen asil kan
benimse üniformamın altında kuzu kalbi
nasıl korusundu kaplanı kuzudan aradaki kurşungeçirmez cam
made in germany
polis memurunun son dediği:
ben ey tuşlu dünya derim
tivitler amoledler kanar
olmadı mı
olduğu kadar
dobloluları görünce uyanan halklığım
karnı yere yakın çünkü
içinde mülakatlar içinde hüptrik
hüptörük milli yoğurdumuz
otel yanınca üzerine süreriz
çünkü fıtrat çünkü o karnın içinde
boşlukta sallanan beyaz çarşaflar var
çünkü yanmaz kefen ama yakar
ananemizde var
üç bungalov ananemizden kalmayan arsalarda
devletin denizi mal, yüzemeyenler de kerkenez
makineye yatkınlığımız anca bir doblo kadar
istikbal deyince aklımıza semaver küçük piknik tüpü
amerikan rüyamız üzerine ismimiz kazılı
bagajda dikine bir beyzbol sopası kadar
tarihin kavşağında dörtlüleri yakıp
stepneleri dansa kaldıracak
dobloluları görünce uyanan halklığım
peki kuryeleri kim taşıyacak?
Şiir, Aşkar dergisinin 74. sayısında yayımlanmıştır.
Devam edecek…
