Ruhsatsız
Öykü

KARPUZ KABUĞU | Sena Alper

 

 

Küresel Sumud Filosu’na

 

 

 

Biz bir avuç insan. Derler ki, dünya bizim hatırımıza dönmekte. Biz bilmeyiz, bilebilmeyiz. Yakıştıramayız kendimize. Nasıl anlatmalı bizi? Hani anlatıcıyı hangi kipi hangi şahsa katmalı. Biz diyeceğiz. Bu bizi sloganik yapacak. İğrenç realitelerinizi sokun cebinize. Evet, dedik çünkü şeyhlerimize. Biz iflah olmaz hayalperestler ve ölü sevicileriz.

Gemileri demirlediğimiz kıtanın en ucuna yerleştik. Bir sır olarak kaldık. Dünya siyasetine dahil olduğumuzda kendi kıtalarını tüketmiş, sömürdüklerinden de umut kalmamış olanlar şaşırdılar. Sordular: Nereden buldunuz burayı?

Gülden abla, dediler hep bir ağızdan bütün sırrımızı anlatmayasın ha.

Bu bizim devlet sırrımızdır. Siz ki yıllarca hiçbir sırrınızı bizimle paylaşmadan dünyayı yönettiniz. Bizim gözümüz yok hakimiyette. Sadece YAŞAMAK istiyoruz. Telef olmadan, öldürülmeden, sakat kalmadan, sömürülmeden, ezilmeden, kırıma uğramadan hür ve tok yaşamak istiyoruz.

Sordular: Bu kadar farklı milletten ve dinden insan nasıl birlikte yaşayabiliyor? Kıtamız en gelişmiş ülkelerden daha gelişmiş-pardon kemale ermiştir ağbiler.

Gülden abla Gülden abla, dediler. Ne olur daha fazla anlatma.

Bizim yeryüzünde tatmadığımız acı, görmediğimiz suç, işlemediğimiz günah kalmadı ki. O yüzden yedeğimizde getirdiğimiz bir kavga yok. Bu kıta bizim Habeşistanımızdır. Mekkelileri zulümden kurtarmak için oraya gönderen Peygamber emanetidir. Bu kıta Diclemizdir. Onun kenarında kaçırılan koyun için kendisinden hesap sorulacağından korkan Ömer’in adaletidir. Bu kıta Furkan’ın annesidir. Ayşenur’un siyah saçlarıdır. Bu kıta Rachel’in cılız bedenidir. Bu kıta Ebu Ubeyde’nin kahverengi gözleridir. Bu kıta Filistin’de öldürülen çocukların geleceğidir.

Sordular: Sizi yola düşüren neydi? Tabiri caizse karpuz kabuğundan gemiler yaptık. Bizimle çok dalga geçtiler, gemilerimize bayrağı bile zor verdiler. Dedemiz Nuh’la alay edenler gibi. Karada gemi mi yapılır, dediler ona da. Bizeyse zaten Gazze’ye varamazsınız, dediler. Gücenmedik sadece inşa ettik, mücadele ettik.

Gülden abla, dediler. Anlamayacak olana boş yere anlatıp duruyorsun.

Yediğimizden utanıyorduk. Sosyal medyada paylaşmakla, meydanlara çıkmakla sadece, kendimizden tiksiniyorduk. Filistin’de ölenler şehit oldu. Amerika’daki Clara, İngiltere’deki George, Almanya’daki Hans, İtalnya’daki Piere, Türkiye’deki Gülşah, İran’daki Muhammed kendi ülkelerinin sessizliğiyle ve İsrail’e destek vermesiyle ya benzin döküp kendini yaktı, ya meydanlarda haykırdı, ya imkanı olan füze attı ya da akıllarından oldular.

Gülden abla, gel miting başlıyor, dediler. Onlara değil bize anlat. Onların anlamaları için çok zaman vardı. Duymadılar hastanede ölenleri, onları kurtarmaya gelenleri de, bunu haber edenleri de.

Artık soru almıyoruz. Geç kaldınız, güneş ne gün doğacaksa söylediler geç kaldınız. Oturup ağlayın. Sonra soframızda doyun. Ekmek tutun. Zeytin tadın.

Avluya çıktık. Mescid-i Aksa direnişimizin sembolü olarak tam arkamızda duruyordu. Burası, her din için önemli olan burası, kardeşliğimizin sembolüydü. Artık duvarlar yoktu onu insanlarından ayıran. Kontrol noktaları yoktu. Filistin kıtası bütün heybetiyle selamlıyordu eski parçalanmış ve işgale uğramış Filistin’i. İnsanlar en çok da meydanlarda toplanmayı seviyordu. Konuşmalar yapıyorduk sabahlara kadar. Gülüşüyorduk bazen, çokça ağlıyorduk. Ama bu kıtanın akıbeti hakkında endişelenmedik. Zaten bir avuç insandık. Bazen sadece bir yönetim şeklimiz olmalı mı diye tartıştık. Onu da eski usül yaptık. Kabilelere ayrıldık. Her kabile kendi yönetim şeklini uyguluyordu. Dindar Hristiyanlar ve Müslümanla kendi görüşlerinde bir yönetim benimsediler. Bir kabile Sosyalizmi esas aldı. Başka bir kabile milliyetçi bir tutum sergiledi. Herhangi bir dine ve ideolojiye mensup olmayanlar nihilist yaklaştı. Birkaç ortak kuralımızdan en önemlisi kimse diğerine kendi görüşünü icbar etmeyecekti. Ancak yanlarına, aralarına katılmak isteyenlere tebliğde bulunulacaktı.

Dinlerin ve ideolojilerin ortak gayesi yayılmaktı. Bunu da ayda bir düzenlediğimiz konseylerle hallettik. Her kabilenin hatip temsilcisi bizlere sırayla kendi görüşlerini ve vaatlerini anlatacaktı. Gerekirse tartışmalar açık oturum şeklinde düzenlenecekti. Böylece isteyen hür iradesiyle istediği kabileye katılabilecekti. Bir de çok önemli bir şey var. Her şey dilde başlar diye düşündük. Siz zamirini yasakladık. Onlar zamir ise sadece kıta dışındakilerine tahsis edildi.

 

 

 

 

Sonunu tahmin ettiğimiz bir yolculuktaydık. Sonun biz yoldayken yaratıldığını, biz yola çıktığımızda bir kıtaya ol dendiğini bilmiyorduk. Uzayda karanlık boşlukta yeni bir hayat ararken medeniyetsiz medeniyetler, biz künfeyekundenizinde Filistin kıtasına doğru yola çıktığımızı bilmiyorduk.

Oraya vardığımızda bizi Filistinliler karşıladı. Mescid-i Aksa ise kıtanın tam merkezine demir almıştı. Heyecanla bize kıtayı gezdirdiler. Pardon onlar demeyecektim. Biz. Evet Biz. Hep birlikte kıtayı gezdik. Filistinli kardeşlerimiz çok mutlulardı bak dedemin babasının bahsettiği ev bu işte. Burası İsrailli yerleşimcilerin işgalindeydi şimdi ise hepsi bizim. Karış karış gezdik bu bir ülke, yerleşimciden işgalciden kurtulan ülke büyüklüğündeki kıtayı. Nasıl oldu dedik. Biz Gazze ablukasını kıracaktık size ulaşacaktık. (Siz diyebilirim şimdilik, geçmiş zamandan söz ediyoruz).  Ne oldu anlamadık. Kendimizi bu kıtanın kıyısında buluverdik.  

Bizim arz-ı mevudumuz olmadı, hayır burası. Bize vaadedilmiş bir yer yoktu dünya üzerinde. Biz vaadedilmiş cennetin peşindeydik. Diyoruz işte anlamıyorlar. Onlar. Kalpleri yetmiyor. Künfeyekun oldu diyorum. Hani otuz kuş kaldıydı da yolculukta geriye aslında onlar simurgtu. Öyle bir anlatıya yaslasınlar bizi illa lazım geliyorsa.

Biz kırk dört ülkeden gemilerle bu yolculuğa çıktık. Hedefimiz Gazze’deki ablukayı kırmaktı. Erzak, giyim yardım ulaştırmaktı. Her bir ırkın ve dinin mensubunun boynunda bir zamanlar terörizmin simgesi olarak lanse ettikleri kefiyeler vardı. Direnişin simgesiydi.

Samimiyetle kapitalizmin sömürüsünü reddeden herkes bu gemide buluştu. Kapitalizm nasıl dünyaya yayıldıysa karşı duranlar da çoğaldı. Dağ fare doğurdu.

Gidiyorduk. Küçük teknelere dağılıp Gazze limanına yanaşacaktık. Günlüğüne şehadet mi annem mi diye soran Furkan hep aklımızdaydı. Herkes geride bir şeyini bırakmıştı. Zaten ölmeden önce geriye bir şeyini bırakmayan var mıdır?

Ölüm bize bir ferahlık gibi geliyordu. Korkutucu bir yüz, eli tırmıklı kara bir pelerin değildi ölüm. Bir melekti. Görünmeyen, sadece bizi sardığında kendini hissettiren.

Allah bir şey sebepsiz yaratmazmış. Daha haklı bir sebep olabilir mi? Allah ol der ve olur fakat bunu bir sünnetullaha bağlar. Kendisini yalnız bıraktıkları için dünya müslümanları hakkında onlara şefaatçi olma ya Rasulullahdiyen bir annenin feryadı gibi bir şekilde silahlarıyla, bedenleriyle ve imanlarıyla direnen bir insanlığın kırıma uğraması yeterli bir sebepti galiba. Yeryüzünde Filistin’in kopyası bir kıtanın yaratılması için.

Çünkü bizler kendi ülkelerimize sığmayanlardık. Kalplerimiz zaten Filistin haritası şeklindeydi. Allah kalplerdekini bilir. Bulduğumuz kıtada aynı Filistin’in şeklindeydi. Bir bütün olarak. Parçalanmamış, işgal edilmemiş bir harita.

Şimdi sorsalar bize yeryüzünde daha hak edilmiş bir kıta, toprak parçası var mıdır? Deriz ki, vallahi Filistin’den başka yoktur.

Related posts

KALBE YOLDAŞ OLAN NEFS | Sena Alper

Ruhsatsız
5 ay ago

RAZI OLAN NEFS | Sena Alper

Ruhsatsız
4 ay ago

ZEVKİNE UYAN NEFS | Sena Alper

Ruhsatsız
5 ay ago
Exit mobile version