Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

MELİS KARADUMAN İLE “İYİ DEĞİL, GEREKLİ MÜZİK” ÜZERİNE | Kadir Tepe
Söyleşi

MELİS KARADUMAN İLE “İYİ DEĞİL, GEREKLİ MÜZİK” ÜZERİNE | Kadir Tepe 

 

Kadir Tepe uzun zamandır aklında dönüp duran o sesli–sözlü hattı sonunda ete kemiğe büründürdü. “İyi Değil Gerekli Müzik”, müziğin şiire çarptığı o dar geçitte ne olup bittiğini yoklayan, kulakla kalbin arasındaki mesafeyi ölçen bir seri artık. Bu kez masada Melis Karaduman var. Kendi sesinin kurduğu dünyayı, kendi yazdıklarının taşıdığı gövdeyi bu buluşmaya taşıyor; serinin ritmini değiştiren ayrı bir tını bırakıyor.

 

 

 

Gereksiz empati kurmam bazen başkalarının duygularından da ilham almamı sağlıyor.

 

 

 

 

Selamlar, Sevgili Melis. Nasılsın, umarım her şey yolundadır. Zaman ağırlaşıyor gibi; insanın kendi sesine yaslanıp biraz durması gerekiyor sanki. Ben de ilk soruma buradan başlamak istiyorum.

“Bize Bize Live Session” serisindeki son performansların, sesinin her söze ve her şiire nasıl bu kadar doğal bir yer açtığını yeniden düşündürdü bana. Seçtiğin şarkılarda hep “gerekli” olana yönelen bir dikkat, acele etmeyen bir isabet duygusu var. Sesinin taşıdığı o dinginlik ve sezgi, seni “Gerekli Müzik” dediğin çizgiye götüren yolun da işareti gibi.

Tam da burada merak ediyorum: Bu yolun ilk çıraklığı nerede başlar; o sese kulak veren ilk an hangisidir?

Bunun aslında çok komik bir hikâyesi var. Her küçük kız gibi ben de Hepsi grubunun fanıydım. 2. ya da 3. sınıfta bizim küçük bir Hepsi grubumuz vardı ve ben tabii ki “Gülçin”dim. Fakat sınıfa kıvırcık saçlı ve dersleri benden daha iyi bir kız gelince beni gruptan attılar. Buna o kadar sinirlenmiştim ki bütün günü evde “Yalan” şarkısına dans koreografisi yapıp söyleyerek geçirdim. Müzik dersinde de bu şarkıyı tek başıma söylemek istedim. Sevgili Senem Hocam etkilenmiş olmalı ki annemi arayıp “Bu çocuğu müziğe yönlendirin” demiş. Hikâye böyle başladı. Profesyonel anlamda ilk adımım ise 5. sınıfta Antalya Devlet Operası Çocuk Korosu sınavlarını kazanıp kadrolu koro üyesi olmamla atılmış oldu.

 

 

Shy Talks’tan Old Town Blues’a, Hay Mama’dan TheCrabbies’e uzanan hattın; ev kayıtlarının samimiyeti, yorumladığın coverların özgün tavrı ve Antalya’yla kurduğun bağ sayesinde belirgin bir müzik yolculuğuna dönüşüyor. Buna No2 ile yaptığın tek çalışmayı da eklediğimizde, çok farklı tınıların ve karakterlerin sende ortak bir noktada buluşabildiğini görüyoruz.

Asıl merak ettiğim şu: Seni bu yolun içine çeken başlangıç duygusu neydi? Müziğe yönelmeni sağlayan o ilk itki, seni bunca farklı isimle aynı söz etrafında buluşturan şey ne oldu?

Üretirken seni daha çok çeken taraf sözün kendisi mi, melodinin yürüyüşü mü — yoksa ikisi birleştiğinde ortaya çıkan o kendine özgü akış mı?

Ben müziğin kendisine âşığım; elbette bir tarzım var ama benim için asıl belirleyici olan sesimi ve enerjimi kullanma tavrım. Bir şarkıyı seversem gerisi benim için bitiyor; o şarkının tarzının hiçbir önemi kalmıyor ve tamamen içimden geldiği gibi söylüyorum. Bence coverlarımın “gerçek” olmasının sebebi de bu. Bu itki tamamen müzik aşkı ve sahne aşkı. Ne mutlu ki bu enerjiyi dinleyenlerime de geçirebiliyorum.

 

 

Üzerine sinen bir dil var: Ruhsatsız, kendine özgü ve kimseye eyvallahı olmayan bir dil. Sözle melodiyi bir araya getirirken adeta kendi evrenine çekiliyor, dış dünyayla bağını inceltiyorsun. Bazen bir yaraya merhem, bazen bir aşka veraset gibi duruyor yaptığın şey. Sanatı yalnızca sanat olduğu için değil; bir tür iyileşme, bir tür içsel tedavi biçimi olarak sürdürdüğün izlenimini alıyorum. Bu kendine kapanan körlüğün — yani başkalarının gürültüsünü duymadan üretme hâlin — nereden besleniyor?

Melodi, her zaman önce ruhuma dokunan oluyor. Zaten müziğin sınırlarının olmamasının sebebi de bu değil mi? Dilin hiçbir önemi kalmıyor; hepimiz bambaşka duygular hissediyoruz.

 

Bu yolculuk seni hangi gerekliliklerle sınayacak? Peşine düştüğün şey hakikaten iyinin kendisi mi, yoksa içinden geldiğin geleneğin hâlâ usul usul fısıldadığı o eski gereklilik mi taşıyor seni ileri?

Ben ilhamımı duygularımdan alıyorum. Her zaman duygularını yoğun yaşayan biriydim ve bunu akıtmaya ihtiyacım vardı; bunun aracı da müzik oldu. Gereksiz empati kurmam bazen başkalarının duygularından da ilham almamı sağlıyor.

 

 

Gelenekten açılan kapıda duruyorsun aslında; şarkılarını hem geleneğin taşıdığı özle hem de bugünün diline sinen yenilikle kuruyorsun. O iki uç birbirine yaklaşırken, “çağa ayak uyduran körlük” dediğin şey tam olarak nerede değiyor dilinin ucuna? Zamanın ritmine mi yaslanıyorsun, yoksa kendi halinde esen rüzgârın yönü mü belirliyor melodiyi? Seni besleyen, yolunu açan asıl kaynakları nasıl tarif edersin?

Bu yol beni en çok “kendim olmakla” sınayacak sanırım. Ne söylüyorsam gerçekten hissettiğimi söylemek, rol yapmadan, maske takmadan, kendimi kandırmadan… Başkasının beklentisine göre değil, kendi iç ritmime göre ilerlemek. Bence doğru olan da bu. Bulunduğum sektör ister istemez pek çok maske getiriyor; ben bu maskelerin arkasına sığınmadan, samimiyetle var olmak istiyorum.

 

Yoluma kattığın söz ve melodi için gerçekten teşekkür ederim. Diyelim ki şimdi hemen bir “Bize Bize” çekiyoruz; sohbetimizin ritmine, verdiğin cevapların hâline bakarak… Böyle bir ânın ruhuna hangi şarkıyı coverlamak yakışırdı? Hangi şarkıyla girerdin o kayda?

Sakin – Yağmur Güncesi.

 

 

 

Devam edecek…

 

 

Görsel Tasarımcı: Umut Durmuşoğlu

Editör: Yunus Erçin Kol

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *