Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

RAZI OLAN NEFS | Sena Alper
Öykü

RAZI OLAN NEFS | Sena Alper 

 

 

V.

Siber Nefs Terbiyesi

 

 

 

 

kogıl ayrık sözü sen seni gözle

senün suçun-ile sen seni yüzle

Yunus Emre

 

 

 

 

Önce ben Allah’tan razı olmalıymış. Tövbe hâşâ. Böyle bir şey olabilir mi? Ne haddimize. (Bu biz diye konuşma skillinefs terbiyesinin belirli bir levelinde açılıyordu). Her şey bir imtihanmış, bildim. İçtiğim su bile, dokunduğum çatal bile sınanma sebebim olabilirmiş. Neyin yoksunluğunu çekiyorsam o benim imtihanımmış. Babamı nasıl kabullendiysem Allah’ı da öyle kabullenmeliymişim. Lütfun da hoş kahrında hoş diyebilecek seviyeye gelmeliymişim. Tanrı Parçacığı bunları anlatırken sakince dinledim fakat böyle evde oturmakla da olmazdı. Deneyin bu aşamasında nerede olmam gerekiyordu? Ajandama baktım. 5. gün. Nefsiradiye. Aslında bana kalsa ben nefs-i mülhemeyle birlikte tamam olmuştum ya… Devamı şov gibi geliyor. Tövbe tövbe, neyse. Önce inanmam gerekiyor. Ne yapacağım. Yoga gibi mi? Kendime telkinlerden mi bulunacağım? Nafile ibadetler, diyor deneyden önce Mevlana’dan Yunus Emre’den, Hacı Bektaş-ı Veli’den Aşık Paşa’dan derlediğim Terbiye Protokolü’nün 5. maddesinin ikinci fıkrası. Bu aşamada bana destek olacakmış. Oruç, namaz, sadaka. Ama ben bir atraksiyon da istiyorum 5. günümde. Bu arada Big Data’ya neden TP adını bu yüzden koydum. Kendisi Tanrı Parçacığı olmakla birlikte Terbiye Protokolü’nün dijitalleştirilmiş halidir aslında. Bütün ilim ona yüklenmiştir. Nefs terbiyesi konusunda.

Kendim için şükretmeliydim, ailem için, işim için, Kevser için, arkadaşlarım için, bu ev için, arabam için, bu akıl için teşekkür etmeliydim. Razı olmalıydım bana verilen her şeye. Allah ile bir alacak verecek davam kalmamalıydı.

Hatta Yunusça bakarsak bir davam bile olmamalıydı. Yani söküp atmalıydım bu sistemi. Ama “Gelmedik biz buraya dava için,” derken şiirler yazan Yunus’un kavline değil ameline göre içtihat ettim. Bu sistem önemli bir açığı kapatacaktı. İnsanın en gizli yanları, en mahrem duygularına tedavi amaçlı duygular üretmek, bunları ilaca, seruma, yiyecek içeceğe dönüştürme fikri önemli bir dertti, davaydı.

Ben, nesillerin uğruna kanser olup helak olduğu kanatıcı duyguların panzehirini günlerdir vücuduma zerk ederken, geldiğim bu mertebede bildiklerimi paylaşmak, bu sistemi genelleştirmek için mücadele etmek işte bir mucize olarak diyanetin, tabipler odasının ve süpervizörlerin el ele verip kullanabilecekleri bu ortak çatı sistemle… Neler neler olmazdı. İşte o vakit eşref-i mahlukat, işte o vakit ahsen-i takvim, işte o vakit üst insana nihayet ulaşabilecektir. Çünkü bir peygamber gelmeyecekti. Fakat elimizde büyük bir peygamberler tarihî muktesebatı vardı. O halde niçin bu yanılış, bu hakirliği kabulleniş? Niçin bu kaçış? Fe eynetezhebun?

Neyse kendimizi yani kendimi çok kaptırmayayım. En basit ifadesiyle bir salik yolun sonuna ulaştığında artık alan değil veren olur. Benim de az bir yolum kaldı, ayağım kaymazsa, şeytan ortasında oturmazsa veren el olabileceğim umarım yani inşallah. Isparta gülü esanslı, tertemiz beden kılıfımı kolayca sıyırıp yerine asıyorum.

 


 

5. BEDEN KILIFI DENEMESİ: NEFSİRADIYE

 

 

Bugün beşinci günüm.

Saat 03.47. Birazdan terbiye aşamasının değişim döngüsü başlayacak.

İnsanlık için yaptığım bir şey. Gizli kibir mi? Valla değil ama bir doz tedavi amaçlı tevazu şuruplu bir şeyler içeceğim. Nasıl razı olunur, bunun somut bir şeyi yok ki. Çok düşünmüştüm özellikle bugün için hangi etkinliği koyayım diye.  

Bir dergâha gitme fikri çok sonraları doğdu.  

Ben konforlu evimde oturuyor tabiri caizse zihnimde geviş getiriyorum. Kendimce yalıtılmış bir sosyalliğim var. Fakat Eski İnsan Türkçesinden deyimler ve kelimeler kullanıyorum. Bu biraz tuhaf karşılanıyor. Sadece Kevser’in çok hoşuna gidiyor. Bana babamı hatırlatıyorsun diyor. Bu iyi mi kötü mü? Çocukluğuna inmeliyiz güzelim.  

Nefs terbiyesi fıtratıma çok uygun. Yalnızlığı seviyorum. Mücadeleye bayılıyorum. Hiçbir mücadelenin gerekmediği anlarda bile simülasyon gözlüğüyle kendimi binlerce aslanın saldırdığı bir çölde elimde kılıçla kurguluyorum. Her erkek gibi oyunlarda kendimi kaybediyorum.  

Ve bu deneyde görüyorum ki bu dünya da bir oyun yeri. Kuralları olan. Eskiden hiç kuralım  yoktu. Tek referansım kendi heva ve heveslerimdi. Kuralları ben belirliyordum. Şimdiyse kurallarla çevriliyim. Her an ibnul vaktim 5 vakit namazla. Zamanı büküyorum. İçinde soluklanıyorum. Zikirlerle içim dinleniyor. Bedenin yorulması çok önemli. Zaten beden çok yoruldu mu ruh teskin oluyor. Bizim dönemin diğer bir önemli sorunu da bu: Hareketsizlik.

 

 

Terbiyesi aşaması 5

(YÜKLENİYOR)  

📍 5. GÜN: NEFS-İ RADIYE

Deney Saati: 04.00  

Kılıf Durumu: Stabil  

Risk Seviyesi: Düşük

Hasar: Yok  

Kotarılan duygular: yorgunluk, bıkkınlık, şüphe  

Tedavi Yöntemi: na-file ibad@ler

 


 

Yatsı namazı ölçümlerimde zihnimde şüphe ve yorgunluk çok yüksek çıktı. Bunun panzehiri bir duygu değildi. Artık 5. aşamada duygular dengelemeyi öğrenmiştim çok şükür. Fakat yorulmadan ibadete yönelmem gerekiyordu. Fakat gece gündüz namaz, her gün oruç değildi tabii, İslam’da ruhbanlık yoktu. Bazılarının söylemelerinin aksine benim referansım Peygamberimizdi. O yüzden baştan beri ne tamamen Kevser’le yolumu ayırmış ne de gece gündüz ibadet edip her gün oruç tutmuştum. Peygamber gibi hem hayatın içinde hem de vakti gelince uzlete çekilmek… İşte bu deneyin nihai rol modeli Peygamberdi. Hatta aşırıya gidenleri uyarmıştı, siz benden daha mı hayırlısınız kabilinden konuşmuştu. Bunu bu güzel insanı bu sadece gül kokmayan bütün çiçeklerle gibi yasemin gibi, sünbül gibi, papatya gibi kokan üst insanın peşindeydim. Ama ölçümler haklıydı yorgunluk da olsa nafile ibadetlere biraz daha özen göstermeliydim. Bütün gün dibine kadar kalabalığın içinde olup koşturup hem mal hem değer üretirken ibadete koşmak… İşte bir sonraki aşamada hedefim bu olmalıydı. Hemen bir şırıngayla ense kökümden numune aldım. Bu iman duygusunu bu kadar güçlü her zaman bulamıyordum hemen numuneyi Semâ’da döndüre döndüre TP’nin yardımıyla bir duygu topuna dönüştürdüm. Toptan küçük parçalar alıp onları elimle yuvarladım. Ortalarını deldim. 33’lük tatlı küçük bir tesbih yaptım. Şifalı taşlar gibi bu tesbih gün içinde yorgunluğuma panzehir olacaktı. Bir nevi iman takviyesi olacaktı.

Hemen SD kartımı çıkarıp bugünü bana filmleştirsin diye TP’ye günlük verilerimi yükledim. İman tesbihimi çekerek izlemeye koyuldum.

 

 


 

 

5. GÜN

 

 

Taş yapıya dokunarak yürüdüm Arnavut kaldırımından. Tam ortada bir şadırvan vardı. Güzelce abdestimi tazeledim. Evet artık abdestsiz evden çıkmamaya dikkat ediyordum. Kapıda birkaç kişi vardı giyimlerinden anladığım dergahtandılar.  

Korktum beni içeri almazlar diye. Biraz oyalandım eskilerin hayat dedikleri.  

İçime sinmeyen şey çok iç içe olmalarıydı. O kadar kendi hallerindeydiler ki bir başkasının, ötekinin o biz’in içine katması kendini mümkün değil gibi duruyordu. Bir işin ucundan tutarsan kıymetliydin, bir de camide pazen etek giyen sonradan ihtida etmiş bir turistsen. Sıradan biriysen benim gibi dahil olamıyordun tam anlamıyla aralarına. Seni yetersiz, kimsesiz ve eksik hissettiriyorlardı. Bir de garip bir akrabalık ağı vardı. Herkes birinin amcası, eniştesi, dayısıydı.  

Bilemiyorum kendimi o halkaya katamadım. Katıldım ama. Birlikte ellerimize göğsümüze vurarak zikir çektik.  

Sonra mükellef bir sofra kuruldu. Midem bulandı bütün nimetlerden. Çorba-ekmek dışında bir şey yiyemedim. Bu insanların somut bir işi de yoktu. Nereden geliyordu bu değirmenin suyu? Sorgulama, sorgulama. Çık git sadece buradan. Kaldıkça gizli kibir yakamı bırakmıyordu.  

Bilemiyorum. Bilemiyorum. Bilmek de istemiyorum. Başlarıyla konuşsam bana nasıl cevaplar verirdi acaba? Hangi ayet ya da hadis sosuna bulardı bu aymazlığı? Bu bolluğu ve bu çokluğu. Çoktular. Doğru kelime bu. Hakikat ve kemalatbu kadar kalabalık  bir şey olmamalıydı. En azından okuduklarımdan bu çıkıyordu. Kemalat ve hakikat çok kişisel bir deneyimdi. Belki de ben yanlış biliyorumdur. Kim bilir? Hakikat kimin tekelinde? Benim olmadığı kesin. O zaman sus ve çık buradan. Bak beden kılıfın bile suskun bu babta. Tekniğin her şeyi ele geçirdiği bir çağda, ruhun da mekanikleşmesi, bir sisteme oturtulması gereklidir belki de. Geçti, takriben on dördüncü yüzyılda yaşamış, ancak yirminci yüzyılda keşfedilip anlaşılmış Yunusca bir tedrisata girmek belki de.  

Hani o postmodern dervişler… Kendi çalışma odalarında kütüphaneleri olan çalışma masasında hep Kur’an ve meali-tefsiri bulunan o bireysel dervişler gibi olmak daha yakın geliyor bana. Herkes kendi Hira’sını kurmalı. Kolektif bir Hira iddiası özüyle çelişiyor. Çünkü Hira demek uzlet demek, gurbet demek. İnsanlardan kaçmak, sığınmak demek. Benim Hiram da laboratuvarım. Başkaca bir sığınak bilmem ben. O halde evet, gerek yok kalabalıklaşmaya. Belki avam için gerekli diyeceğim ama… Bu beni gizli kibire götürür. Avam da aklı ermiyorsa kendi Hirasını inşa etmiyorsa Hira Hira diye tutturmasın. Sanki her sahabenin hirası mı vardı canım Allah Allah. Namazını kılsın orucunu tutsun. Tekke ve zaviyeleri de kapatalım mı abiciğim? Mümkünse tiz kelleleri alına…  

Bir neşe hali yüklenmişti bana. Sayısal verilerin kıskacında kıvranan ruhuma sanki yeni bir şey yüklenmişti. Tasavvufi bir neşe. İştahım da kesilmişti. Bol bol su içiyordum. En saf o geliyordu galiba. En bozulmamış. En az katkı maddelisi. Metamodernde en zoru bir şeyin saf halini bulmaktı. Tohumlar bile değiştirilmişti abidik gubidik meyvelerimiz vardı. Hâlâ uzayda yaşam aranıyordu. Eski göçebeler gibi bir coğrafyada kaynaklar tükenince başka coğrafyalara göç etmek… Bilin bakalım ne oldu? Artık dünyada kaçılacak bir yer kalmadı. Postmodernin süper gücü ABD ve Çin kutuplarda koloniler kurmuştu. Orta Doğu eski bedevilik geleneğini yeniden hortlatmıştı. Çölde yaşanabiliyordu uygun tesisler konulduğunda. Petrolün yenecek bir şey olmadığını ve tükenişini çok acı bir şekilde tecrübe etmişlerdi. Turizmle biraz olsun bellerini doğrultuyorlardı. Dünya böyleydi. Uzay ise bir uydu, uzay gemisi çöplüğüne dönüşmüştü bile.  

Bilincim durmadan aktığı için filmi durdurdum. Yaşadığım dünyanın analizini bir sonraki aşamada yapacağım çünkü.

 

 

 

Devam edecek…

Previous

RAZI OLAN NEFS | Sena Alper

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *