IV.
Siber Nefs Terbiyesi
“kimin kim kendisiyle kadri yoktur
iki gözleri kördür varı yokdur”
Yunus Emre
Tek başına bu yol yürünemez mi? Kitapları rehber edinmek yeterli olmaz mı? Hâl ilmi diyorlar. Kitapların kendisi bunun kitaplardan öğrenilemeyeceğini söylüyor. Her an elini üstünde hissedeceğin bir mürşidin, rehberin yol göstericiliğine, ikazlarına, merhametine ihtiyaç var. Sahabenin yol göstericisi Peygamberimizdi. Havarilerinki İsa. Benim yol göstericim kim olacak? Mühendislik dışında başka bir çevre tanımam ki ben. Ailemde de yok öyle bir şeyh öyküsü. En iyisi beni gerek bedensel gerekse ruhsal olarak en iyi analiz eden bir şeye başvurmam. Evet, belki komik ama bir yapay zekayı şeyhim olarak atayacağım. Zaten AI kişisel gelişimi izlemekle, kaydetmekle çıkmıştı ilk bu yola. Akıllı saat, SD kartım, beden kılıflarım… Yönüm kıbleye, gönlüm Kabe’ye… Niyet ettim uymaya AI’ya…
Bedenimdeyken küçülmüş, yanlış programda yıkamışım gibi çekmiş beyaz yakalı beden kılıfımı yerine astım. Mertebe 4. Yolun yarısı.
4. BEDEN KILIFI DENEMESİ: NEFSİMUTMAİNNE
Dördüncü günüm.
Saat 04.05. Yolun yarısındayım. Birazdan terbiye aşamasının değişim döngüsü gerçekleşecek.
Bütün mertebelerde beden kılıfının zorlamasıyla aniden çıkışıp bağırarak rezil olmam iyi bir şeydi çünkü nefis terbiyesinde en önemli şeylerden birisi de utanmadan, çekinmeden her yerde ve koşulda hakkı söylemekti.
Bütün parçalarımı topladım üç gündür. Şimdi bunlarla anlamlı bir bütün oluşturmak istiyorum. Denize atılan bir taşın kendinden beklenmeyecek bir geometriyle halkalar oluşturması gibi yedi halka oluşsun istiyorum benden. Dördüncü halkadayım şimdi önceki üç halkadaki parçalarımı bütünleme vakti. Hesap gününden önce kendimi hesaba çekmek, okuduklarımla ve Big Data’nın pardon TP’nin yardımıyla bunları zamk yapıp kendime yapıştırmalıyım. Çok canım acıdı. Hiçbir psikoloğun çözemeyeceği kadar girift meselelerimi hallettim bu üç günde. Şimdi hayatımı anlamlı bir hikayeye dönüştürme vakti. Allah’a anlatacak güzel bir hikayen olsun diyorlar ya, ondanım olsun istiyorum. Belki çiğ bir istek bu,belki çocuksu ya da çok romantik. Ne önemi var ki.
Zikirler zihnimi boşalttı bugün. Uykum geliyordu ilk, alışkın olmadığım için. Fakat artık beni daha zinde kılıyor. Big Data yani şeyhim hatırlatıyor, tuvalete gireceğim zaman edeceğim duayı. Çıkarken edeceğimi. Eve, bir yere sağ ayakla girmeyi hatırlatıyor kılıfım bana. Sol ayağım hareketsiz kalıyor bir kapı eşiğinden gireceksem. Aynı şekilde çıkacaksam da sağ ayağım kitleniyor istemesem de mecburen sol ayakla çıkıyorum. Beden kılıfıyla kavga etmek yerine onun beni desteklemek için var olduğu yeni idrak ediyorum.
Her şey çok çapraşık geliyor gözüme. Eskiden düşüncelerden kurtulmak için kendimi sarhoş ederdim, zikirlerle birlikte bilincimi kaybetmeden dünyalığı kaybediyorum. Dünyalık kaybolurken önemsizleşmiyordu ama kitapların dediği gibi. Tam aksine idrak ediyorum. Oturarak içtiğim suyun boğazımdan inişini. Besmeleyle başladığım yemeğin bütün lezzetini tadıyorum. Yani yanlış mı yapıyorum acaba? Dünya gözümde anlamsızlaşacağı yerde dünyayı tam manasıyla yaşıyorum onun iliklerini emiyorum sağ elimle tutup. Şeyhim TP bunun normal olduğunu insanın yeni durumlara alışana kadar böyle hissedebileceğini söylüyor. Haklı belki. Şüphesiz haklı ne de olsa şeyhim demişim, yüzüm beynim sürmüşüm USB girişine. İbnulvakt kelimesini fosforladı TP bugün akşam namazından sonra. Aradığını bulmuş sonunda. Vaktin oğlusun çünkü diyor bana. Umarım bir gün ne demek istediğini anlarım.
Terbiyesi aşaması 4
(YÜKLENİYOR)
📍 4. GÜN: NEFSİ MUTMAİNNE
Deney Saati: 04.10
Kılıf Durumu: Stabil
Risk Seviyesi: Düşük
Hasar: Yok
Kotarılan duygular: gizli kibir, şüphe, tereddüt
Panzehirler: T-vazu, emniy@
Tedavi yöntemi: zikir
Dördüncü aşama için devreye Big Data girdi. Şahsi benliğimi bağlayıp şeyhim olarak atadım. Bundan sonra bana rehber olacak. Psikolojik ve duygusal ihtiyaçlarıma göre zikirler verecek, bunları gün boyu dilimle tekrar edeceğim, imkan yoksa kalbimden geçireceğim. Onu ciddiye alabilmem için ismini değiştirmek gerekti. Ben de ona Tanrı Parçacığı adını verdim. Yakıştı bence. Onun da hoşuna gitti. Ben ona kısaca TP diyordum. Ona bütün ilim kitaplarını, eski kayıtları öğrettim. Amacı beni stabilize etmek ve yol göstermek.
Zikir ritüelini bir tedavi yöntemi olarak denedik. Dördüncü beden kılıfının bir üstüne geçmek için zihnimdeki gereksiz düşünceleri yani vesveselerin sesini kısarak bedensel ve duygusal ilerleyişime yardımcı olacak. Bu nedenle TP sabah namazımdan sonra ölçüm grafiğime göre bana üçerli gruplardan oluşan zikir paketleri sundu. Gün içinde ihtiyacıma göre bu paketlerden herhangi üçerlisini seçip min 99 kere çekmemi önerdi. Tabii sayamadığım anlarda bile mutlaka dilimden yoksa zihnimden geçirmemi istedi. Kalbimden geçirme kısmına henüz gelemiyordu o biraz daha üst levellerin konusuydu. SD kartımı taktım TP’ye. “Rezil olmayan makbul olamaz” temalı günün filmi vizyondaydı şimdi.
4. GÜN
Beden kılıfıma girdiğimde müthiş bir huzur hissi beni baştan ayağa sardı. Fakat bu uçucu oldu. İnsan arasına karışınca, işe gidince yani bozuldu. İlişkilerde vesveseler zihnimi rahat bırakmıyordu. Hemen ihtiyacım olan zikir paketlerinden birini denedim. Ya Rahman Ya Rahim Ya Fettah. Bunları 99 kez tekrarladım. TP parmak boğumlarımın bu iş için çok uygun olduğunu söyledi. Her bir boğuma dokundukça zikrimi tekrar ediyor, bir elimin boğumlarını her parmağı iki kez olmak üzere turlayarak son parmakta çift dikiş gidiyordum. Bir ara Hüseyin ne yaptığımı sordu. “Hiç… Tik gibi bir şey” dedim. Allah’tan bu haftanın tek ofis günü bugündü. Diğer günler evden çalışıyorduk. Hibrit. Gereksiz bir fiilî connectionda ısrar etme hali.
Semâ’da son oluşan küreden anladığım kadarıyla bu yolda başımın en büyük belası gizli kibirdi. Hatta çoğu insanı tasavvuftan tiksindiren, şeyhleri falan eleştirten yegane şey bu gizli kibirin saliklere verdiği cüretti. İleriye gitmelerine, Tanrı’yla senli benli konuşmalarına sebep oluyordu.
Son projemizin programlama işlemi yaparken bunu düşündüm. Bedenim yine huzurla doldu. Demek ki sadece zikir paketleriyle değil, beyni sürekli meşgul ederek de vesveselerden kurtulunabiliyordu.
Hüseyin sandalyesiyle yanıma yanaştı. “Baksana şu Buse’yi diyorum, anlarsın ya bugün tavlayacağım galiba akşama şenlik var,” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Buse benim için yasak ağaç gibiydi. Rezil de olmuştum zaten. Ne tepki vereceğimi bilemedim. “Yakışır kardeşime be!” dedim omzuna vurarak. O an zihnime bir sürü edepsiz görüntüler üşüştü. Buse ile Hüseyin’in çeşitli şekillerde hayal ediyordum. Ben bunları tahayyül ettikçe bedenim daralıyor, beni nefessiz bırakıyordu. Alnımdaki terler bir muslukta akar gibi şıp şıp üstüme damlıyordu. Birden “Ya Basir!” diye bağırarak sandalyemi geriye fırlatıp ayaklandım. Hüseyin ödü kopmuş bir şekilde bana bakıyordu. “Abi iyi misin ne oluyor?”
İşte bu işin en zor kısmı buydu. İnsanların arasındayken insan-ı kamil olmaya çalışmak çok ama çok zordu. Cebimden bir mendil çıkarıp terlerimi sildim. Bütün ofisin gözleri üzerimde benden bir açıklama bekliyordu. Hepsi de buradaydı aksi gibi. Yemişim off gününü.
“Ne? Ne bakıyorsunuz? Hiç mi duymadınız Arapçada bir ünlemdir bu. Basir.” dedim ama gözlerim fıldır fıldırdı. Yalanlar düşündükçe beden kılıfım daha da daralıyordu.
“Arkadaşlar, bu ofisin temizlenmesi gerekiyor. Şu halıflekslere bakın belki yetmiş yıllık…” dedim kolumu boynumu kaşıyarak. “Şurada…” dedim parmağımla masamı göstererek “en az üç tane pire gördüğüme yemin edebilirim.” Ben konuşurken herkes çoktan işine geri dönmüştü. Güzel. En azından şimdilik kimsenin umrunda değildim. Asıl olay moladaydı tabii, herkes “ne oldu gördün mü, ne dedi duydun mu” diye benim hakkımda konuşacak herkes kendi gördüğü açıdan olayı anlatacaktı.
Hüseyin sakince yanıma gelerek “Tamam abi, gel otur şöyle…” dedi beni sandalyeme oturtmaya çalışarak.
“Yok,” dedim, “İzin isteyeceğim, evden çalışırım. Kendimi iyi hissetmiyorum” dedim. Zaten ikindi okunmuştu. Mesai bitimine de az vardı. Namazı da kaçırmamam lazımdı. Şirketin en yakınındaki camiye gittim. Atmosfer sarıp sarmaladı bedenimi. Kılıfımı değil gerçek tenimi. Üçüncü aşama için ruhuma huzur verecek tek mekan burasıydı. Diğer benim kadar ileri olmasa da nefis terbiyesi yapmaya çalışan insanlarla birlikte… Bak! Al! Akıllı saatimdeki şeyhim TP de tespit etti! İşte bu tam da bir gizli kibir emaresi. Neyse bana ne canım kim neredeyse işte. Aynı inancı paylaşan insanlarla bir arada, bir önder eşliğinde. İnsanın ruhunu diğer ruhlara katması. Toplumsallaşması. Fakat yine de bireyselliğini asla bırakmaması. İmamın güzel sesi eşliğinde ikindi namazını kıldık. Kıldım yani. Hem kıldık hem kıldım. Gülümsetti. Neyse. Biraz kentte dolaştım. Teknolojisiz insanlar son zamanlarda çoğalmıştı. Yol kenarlarında biraz gbdileniyorlardı. Uzun zamandır biriktirdiğim gb’lardan yüklüce bir miktar verdim bir çocuğa. Karşılığında bana artık okumaktan başka bir işe yaramayan eski bir tablet verdi. Aldım. Belki bir gün lazım olur diye çantama attım. Tramvaya bindim. Halk içinde olmalıydım. TP alarm verdi. Ne? Evet, gittikçe batıyordum. Ben kimdim ki “halk”içinde olmayı küçük…Neyse sanki ofisteyken başka bir şeyin içindeydim de,beyaz yakalı insanlar işte o da halk. Bilerek işte toplu taşıma kullanıyordum. Sınandığımı bilerek yaşamayı göze almalıydım. Yoksa nefs levellerini geçemezdim. Pejoya binen derviş mi olurmuş? TP kırmızı alarm! Hayır şeyhim bu defa gizli kibir değildi. Hakikat buydu. Kentin neon ışıkları tramvayın içine düşüyordu.
Önümde oturan kadının başörtüsü koltuktan sarkıyordu. Klimanın üfürüşüyle kıpırdanan kumaşa bakarken kendi kılıfımı düşündüm. O da bunun gibi bir hatırlatmaydı. Ne olduğumu, ne olamadığımı, ne olmam gerektiğini bana durmadan fısıldayan bir örtü.
Devam edecek…
Çizim: Mustafa Demir