Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

TAŞ KEK ŞARKISI | Emel Dunkul (Türkçe Söyleyen: Abdullah Sezer)
Çeviri

TAŞ KEK ŞARKISI | Emel Dunkul (Türkçe Söyleyen: Abdullah Sezer) 

Çıkış Seferi

 

I. Bâb

Ey altarın kıyısında duranlar

Gösterin silahları!

Ölüm yere düştü ve bir tespih gibi dağıldı yürek

Kan döküldü üstüne kumaşın!

Evler mezar oldu

Zindanlar mezar oldu

Ve ufuklar… Mezar

Doğrultun silahları

Ve düşün peşime!

Ben ki pişmanlığıyım dünün ve ertenin

Sancağımda iki kemik ve bir kafatası,

Sloganım: Şafak!

 

II. Bâb

Yorgun saat çaldı

Kaldırdı tertemiz anası

İki gözünü

(Tüfeklerin dipçiğiyle onu araca götürdüler!)

***

Yorgun saat çaldı

Kalktı kadın, sırasını düzeltti

(Tokatlandı meçhul bir el tarafından

-Tanrı’nın eli onu mahkemeye soktu-)

***

Yorgun saat çaldı

Anası oturdu, çorabını yamadı

(-Üzerindeydi savcının gözleri

Bedeninden kan ve cevaplar fışkırana değin!)

***

Yorgun saat çaldı!

Yorgun saat çaldı!

 

III. Bâb

Sakın selamla başlama halkın meydanına indiğin vakit

Çünkü şimdi onlar çocuklarını bölüşüyorlar tabaklarında

Yuvayı ateşe verdikten sonra

Ve samanı

Ve başağı.

Yarınsa kesecekler seniKursağında bir servetin saklandığını sanarak!

Sonrasında milenyumluk şehirler tıkınacak öğlenleyin

ŞehirlerDönüşecek çadırlara

Ve tırmanacak o şehirler sehpasına darağacının!

 

IV. Bâb

Gaddar saat çaldı

Yürek yemişcesine dikildiler boş meydanlarda

Ve döndüler anıtın merdivenlerinde

Ateşten bir ağaç

Esti rüzgar onun yakın ve yumuşak yaprakları arasında

Ve peşinden inledi bir ses: VatanımVatanım…”

(Uzak vatanım!)

***

Gaddar saat çaldı,

Bakın!diye haykırdı şarkıcı

Gümrük plakalı bir araçla dolanırken,

Sonra diğeri mırıldandı:

Soğuk çöküp yorgunluk bastırınca

çekip gidecekler!

***

Gaddar saat çaldı,

Bir kahvehane radyosu kadük laflar yayıyordu

İsyanın vaizlerinden bahsederek

Ve onlar raks ediyorlardı,

Tutuşuyorlardı anıtın etrafındaki –Taş Kekin üstünde-

Gazap şamdanı

Parıldıyordu geceleyin

Karanlığı yaran bir sesle

Mısır’ın yeni doğum günlerini kutlayarak!

 

V. Bâb

Hatırla beni!

Çünkü hain gazetelerin manşetleri beni kirletti!

Boyadılar beni… Çünkü yenilgiden bu yana rengim yok

​​(Kayboluşun renginden başka)

Öncesinde okurdum kumun sayfalarında,

(Bugünlerde kum kıymetli bir maden gibi,

Bir halıya döndü şimdi oSilahlı kuvvetlerin ayakları altında)

Hatırla beni kaçakçıyı hatırladığın gibi… Romantik şarkıcıyı

Ve kepini albayın… Yılbaşı süslerini

Hatırla beni, unutur ise tanıklar

Meclis tutanakları

Suç listeleri

Ve veda!

Elveda!

 

VI. Bâb

Saat beşi vurdu,

Belirdi askerler, kalkan ve miğferleriyle çember oldular,

Şimdi yavaş yavaş yaklaşıyorlarYavaşça

Her taraftan geliyorlar

Ve -Taş Kekin içinde şarkıcılar kasılıyorlar

​​​​Sonra tekrar açılıyorlar

​​​​Aynı bir kalp gibi!

Boğazlarını tutuşturuyorlar,

Soğuktan ve keskin karanlıktan korunmaya çalışarak

Yaklaşan muhafızların yüzlerine yükseliyor sloganlar

Zayıf eller birleşiyor

Kurşunları durduracak bir duvar oluyorlar!

Kurşunları

Kurşunları

Ve âh

Söylüyorlar şarkılarını: Mısır sana canım fedâ

Sana fedâ…”

Ve bir boğaz yere düşüyor sessizce

Ve onunla birlikte, ey Mısır, ismin de gömülüyor -yere

Geriye sadece paramparça bedenler ve çığlıklar kalıyor

Karanlık arenada yankılanan

Saat beşi vurdu

***

Beşi vurdu

***

Beşi vurdu

Suyun -ey nehir ağzına varınca dağıldı!

 

***

 

Evler mezar oldu, zindanlar

Mezar oldu ve ufuklar… Mezar!

Doğrultun silahları,

Doğrultun

Silahları!

 

 

Bir Kek Kadar Sert, Bir Şiir Kadar Tehlikeli: 1972 Kahiresinden Bir Direniş Hikâyesi

 

Kimi zaman bir şiir, bir meydandan daha kalabalıktır. Kimi zaman bir dize, bir hükümeti sarsar.

Kahire, 1972.

 

1970lerin KahiresiArap milliyetçiliği artık parlak bir ideal olmaktan çıkmış, yerine politik hesapların, dışa bağımlılığın ve halktan kopuk bir yönetimin gölgesi sinmişti. Cemal Abdünnasır’ın karizmatik liderliğinden sonra Enver Sedat’ın temkinli ve pragmatik siyaseti, birçok kişi için hayal kırıklığı olmuştu. Özellikle gençler için. Çünkü en çok onlardı bekleyen, umutlanan, düş kuranVe en çok onlar hissediyordu çatlakları, çürümenin kokusunu, bastırılan öfkenin derinliğini.

Sedat, 13 Ocak 1972de yaptığı bir konuşmada üniversite gençliğini hedef alarak onları “düzeni bozan, yıkıcı unsurlarolarak tanımladı. O söz, yalnızca bir politik değerlendirme değildi. Korku içeren, sindirmeyi amaçlayan bir sinyaldı. Ama o sinyal ters tepti. Kahire Üniversitesinden, Ayn Şemsten, el-Ezherden öğrenciler birer birer yürüyerek Tahrir Meydanı’na aktılar. Ellerinde ne afiş vardı ne taş; sesleri vardı sadece. Sorgulayan, hesap soran, özgürlük isteyen sesleri.

TahrirYalnızca bir meydan değil, bir hafıza alanıydı. Tüm Arap coğrafyasının direniş hafızasını barındıran bir yer. O günlerde gençlik, orada birikmişti. Ancak baskıcı rejimler, kalabalıktan değil, o kalabalığın içindeki fikirden korkarlar. Bu yüzden 24 ve 25 Ocak sabahlarında düzenlenen şafak baskınlarıyla, 3500den fazla öğrenci gözaltına alındı. Gözaltına alınanların çoğu üniversite öğrencisiydi. Bazıları daha on sekizindeydi. Bazıları bir daha ailelerine dönemedi. Ne kimlikleri açıklandı, ne akıbetleri bilindi.

İşte tam da o günlerde, Mısırlı bir şair, itiraz prensi, Emel Dunkul, evinin sessizliğinde eline kalemini aldı. Kalem bir silahtı onun elinde; kelimeler birer kurşun değildi belki ama bir hafızanın, bir halkın vicdanıydı. Kaleme aldığı şiirin adı: Taş Kek Şarkısı (أغنية الكعكة الحجرية). Basit bir çocukluk imgesi gibi başlayan bu şiir, aslında politik bir yergi, derin bir metaforla örülü bir ağıttı. Taş gibi sertleşmiş bir kekin anlatısı, yalnızca maddi yoksulluğu değil, aynı zamanda duygusal kuraklığı, toplumsal çaresizliği ve bastırılmış neşeyi simgeliyordu.

O kek, artık yenmiyordu; o kekin içinde geçmişin hatıraları, bastırılmış gülüşler ve sönmüş hayaller vardı. Dunkul, şiirinde kekin çevresinde toplanan çocukları anlatırken aslında Tahrirde toplanan gençleri anlatıyordu. Kekin taşlaşması, umutların da taşlaştığını ima ediyordu. Çünkü Mısırda artık ne paylaşılan bir ekmek kalmıştı ne de dinlenen bir ses.

Şiir ilk olarak Muhammed Afifi Matar’ın editörlüğünü yaptığı Sanabel dergisinde yayımlandı. Dergi, Mısırdaki alternatif seslerin, muhalif kalemlerin, politik şiirin ve düşünsel sorgulamanın buluştuğu nadir mecralardan biriydi. Ancak Taş Kek Şarkısı” Sanabelin son sayısı oldu. Yayınlandıktan kısa süre sonra dergiye kapatma kararı geldi. Gerekçe açıklanmadı. Ama herkes biliyordu: Susması gereken bir şiir, konuşmuştu.

Mısırda bir şiirin bir dergiyi kapattığı, bir kalemin bir iktidarı bu kadar ürküttüğü nadirdir. Ama Dunkulun şiiri, doğrudan hiçbir şeyi söylemeden, her şeyi anlatıyordu. Çünkü baskıcı rejimlerde semboller, kelimelerden daha güçlüdür. Kekbir semboldü. Çocukluk bir anı değil, kaybolan bir gelecek; taş ise o geleceğin önüne konan soğuk bir barikattı.

Şiir, 1975te Dunkulun Gelecek Ahit (العهد الآتي) adlı şiir kitabında yeniden yayınlandı. Bu kez “Çıkış Seferi (Taş Kek Şarkısı)adıyla. Bu ad, artık şiirin bir ağıt değil, bir çağrı olduğunun işaretiydi. “Çıkış Seferi, Mısır gençliği için bir ruhsal göçtü. Korkunun dışına, sessizliğin ötesine, konuşmanın yasaklandığı bir coğrafyada, şiirin hâlâ serbest kaldığı tek yere, insanın içine doğru yapılan bir yolculuktu.

Yıllar geçtikçe Dunkulun bu şiiri sadece bir dönemin değil, tüm baskı çağlarının simgesi hâline geldi. Sessizlikten taşan şiir, başka dillerde yankı buldu. Ama tam metni, uzun süre yalnızca Arapça bilenlerin erişebildiği bir sığınak olarak kaldı. Ta ki Abdullah Sezer, şiiri Türkçeye kazandırana kadar.

Sezerin yaptığı çeviri yalnızca teknik bir çaba değil, aynı zamanda şiirin taşıdığı politik ve edebî yükün Türkçedeki karşılığını da taşıma girişimiydi. Taş Kek Şarkısı böylece sadece Arap gençliğinin değil, susturulmuş tüm coğrafyaların şiiri hâline geldi.

Bugün bir şiiri yeniden okumak, bir tarihi yeniden yazmak gibidir. Çünkü her şiir, ait olduğu toplumun hem aynası hem de sığınağıdır. Emel Dunkulun yazdığı o şiir, artık sadece Mısır’ın değil, her susturulmuş sesin hafızasında yankılanan sessiz bir marş gibidir. Taşlaşmış kekin sesi, zamanın içinden hâlâ duyulmaktadır.

 

Kadir Tepe

 

Emel Dunkul

(1940-1983)

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *