Çıkış Seferi
I. Bâb
Ey altarın kıyısında duranlar
Gösterin silahları!
Ölüm yere düştü ve bir tespih gibi dağıldı yürek
Kan döküldü üstüne kumaşın!
Evler mezar oldu
Zindanlar mezar oldu
Ve ufuklar… Mezar
Doğrultun silahları
Ve düşün peşime!
Ben ki pişmanlığıyım dünün ve ertenin
Sancağımda iki kemik ve bir kafatası,
Sloganım: Şafak!
II. Bâb
Yorgun saat çaldı
Kaldırdı tertemiz anası
İki gözünü…
(Tüfeklerin dipçiğiyle onu araca götürdüler!)
***
Yorgun saat çaldı
Kalktı kadın, sırasını düzeltti…
(Tokatlandı meçhul bir el tarafından…
-Tanrı’nın eli onu mahkemeye soktu-)
***
Yorgun saat çaldı
Anası oturdu, çorabını yamadı…
(-Üzerindeydi savcının gözleri…
Bedeninden kan ve cevaplar fışkırana değin!)
***
Yorgun saat çaldı!
Yorgun saat çaldı!
III. Bâb
Sakın selamla başlama halkın meydanına indiğin vakit
Çünkü şimdi onlar çocuklarını bölüşüyorlar tabaklarında
Yuvayı ateşe verdikten sonra…
Ve samanı…
Ve başağı.
Yarınsa kesecekler seni… Kursağında bir servetin saklandığını sanarak!
Sonrasında milenyumluk şehirler tıkınacak öğlenleyin
Şehirler… Dönüşecek çadırlara
Ve tırmanacak o şehirler sehpasına darağacının!
IV. Bâb
Gaddar saat çaldı
Yürek yemişcesine dikildiler boş meydanlarda
Ve döndüler anıtın merdivenlerinde
Ateşten bir ağaç
Esti rüzgar onun yakın ve yumuşak yaprakları arasında
Ve peşinden inledi bir ses: “Vatanım… Vatanım…”
(Uzak vatanım!)
***
Gaddar saat çaldı,
“Bakın!” diye haykırdı şarkıcı
Gümrük plakalı bir araçla dolanırken,
Sonra diğeri mırıldandı:
“Soğuk çöküp yorgunluk bastırınca
çekip gidecekler!”
***
Gaddar saat çaldı,
Bir kahvehane radyosu kadük laflar yayıyordu
İsyanın vaizlerinden bahsederek
Ve onlar raks ediyorlardı,
Tutuşuyorlardı anıtın etrafındaki –Taş Kek’in üstünde-
Gazap şamdanı
Parıldıyordu geceleyin
Karanlığı yaran bir sesle
Mısır’ın yeni doğum günlerini kutlayarak!
V. Bâb
Hatırla beni!
Çünkü hain gazetelerin manşetleri beni kirletti!
Boyadılar beni… Çünkü yenilgiden bu yana rengim yok
(Kayboluşun renginden başka)
Öncesinde okurdum kumun sayfalarında,
(Bugünlerde kum kıymetli bir maden gibi,
Bir halıya döndü şimdi o… Silahlı kuvvetlerin ayakları altında)
Hatırla beni kaçakçıyı hatırladığın gibi… Romantik şarkıcıyı…
Ve kepini albayın… Yılbaşı süslerini
Hatırla beni, unutur ise tanıklar
Meclis tutanakları
Suç listeleri
Ve veda!
Elveda!
VI. Bâb
Saat beşi vurdu,
Belirdi askerler, kalkan ve miğferleriyle çember oldular,
Şimdi yavaş yavaş yaklaşıyorlar… Yavaşça…
Her taraftan geliyorlar
Ve -Taş Kek’in içinde– şarkıcılar kasılıyorlar
Sonra tekrar açılıyorlar
Aynı bir kalp gibi!
Boğazlarını tutuşturuyorlar,
Soğuktan ve keskin karanlıktan korunmaya çalışarak
Yaklaşan muhafızların yüzlerine yükseliyor sloganlar
Zayıf eller birleşiyor
Kurşunları durduracak bir duvar oluyorlar!
Kurşunları…
Kurşunları…
Ve âh…
Söylüyorlar şarkılarını: “Mısır sana canım fedâ”
“Sana fedâ…”
Ve bir boğaz yere düşüyor sessizce
Ve onunla birlikte, ey Mısır, ismin de gömülüyor -yere
Geriye sadece paramparça bedenler ve çığlıklar kalıyor
Karanlık arenada yankılanan
Saat beşi vurdu
***
Beşi vurdu
***
Beşi vurdu
Suyun -ey nehir– ağzına varınca dağıldı!
***
Evler mezar oldu, zindanlar
Mezar oldu ve ufuklar… Mezar!
Doğrultun silahları,
Doğrultun
Silahları!
Bir Kek Kadar Sert, Bir Şiir Kadar Tehlikeli: 1972 Kahire’sinden Bir Direniş Hikâyesi
“Kimi zaman bir şiir, bir meydandan daha kalabalıktır. Kimi zaman bir dize, bir hükümeti sarsar.”
— Kahire, 1972.
1970’lerin Kahire’si… Arap milliyetçiliği artık parlak bir ideal olmaktan çıkmış, yerine politik hesapların, dışa bağımlılığın ve halktan kopuk bir yönetimin gölgesi sinmişti. Cemal Abdünnasır’ın karizmatik liderliğinden sonra Enver Sedat’ın temkinli ve pragmatik siyaseti, birçok kişi için hayal kırıklığı olmuştu. Özellikle gençler için. Çünkü en çok onlardı bekleyen, umutlanan, düş kuran… Ve en çok onlar hissediyordu çatlakları, çürümenin kokusunu, bastırılan öfkenin derinliğini.
Sedat, 13 Ocak 1972’de yaptığı bir konuşmada üniversite gençliğini hedef alarak onları “düzeni bozan”, “yıkıcı unsurlar” olarak tanımladı. O söz, yalnızca bir politik değerlendirme değildi. Korku içeren, sindirmeyi amaçlayan bir sinyaldı. Ama o sinyal ters tepti. Kahire Üniversitesi’nden, Ayn Şems’ten, el-Ezher’den öğrenciler birer birer yürüyerek Tahrir Meydanı’na aktılar. Ellerinde ne afiş vardı ne taş; sesleri vardı sadece. Sorgulayan, hesap soran, özgürlük isteyen sesleri.
Tahrir… Yalnızca bir meydan değil, bir hafıza alanıydı. Tüm Arap coğrafyasının direniş hafızasını barındıran bir yer. O günlerde gençlik, orada birikmişti. Ancak baskıcı rejimler, kalabalıktan değil, o kalabalığın içindeki fikirden korkarlar. Bu yüzden 24 ve 25 Ocak sabahlarında düzenlenen şafak baskınlarıyla, 3500’den fazla öğrenci gözaltına alındı. Gözaltına alınanların çoğu üniversite öğrencisiydi. Bazıları daha on sekizindeydi. Bazıları bir daha ailelerine dönemedi. Ne kimlikleri açıklandı, ne akıbetleri bilindi.
İşte tam da o günlerde, Mısırlı bir şair, itiraz prensi, Emel Dunkul, evinin sessizliğinde eline kalemini aldı. Kalem bir silahtı onun elinde; kelimeler birer kurşun değildi belki ama bir hafızanın, bir halkın vicdanıydı. Kaleme aldığı şiirin adı: Taş Kek Şarkısı (أغنية الكعكة الحجرية). Basit bir çocukluk imgesi gibi başlayan bu şiir, aslında politik bir yergi, derin bir metaforla örülü bir ağıttı. Taş gibi sertleşmiş bir kekin anlatısı, yalnızca maddi yoksulluğu değil, aynı zamanda duygusal kuraklığı, toplumsal çaresizliği ve bastırılmış neşeyi simgeliyordu.
O kek, artık yenmiyordu; o kekin içinde geçmişin hatıraları, bastırılmış gülüşler ve sönmüş hayaller vardı. Dunkul, şiirinde kekin çevresinde toplanan çocukları anlatırken aslında Tahrir’de toplanan gençleri anlatıyordu. Kekin taşlaşması, umutların da taşlaştığını ima ediyordu. Çünkü Mısır’da artık ne paylaşılan bir ekmek kalmıştı ne de dinlenen bir ses.
Şiir ilk olarak Muhammed Afifi Matar’ın editörlüğünü yaptığı Sanabel dergisinde yayımlandı. Dergi, Mısır’daki alternatif seslerin, muhalif kalemlerin, politik şiirin ve düşünsel sorgulamanın buluştuğu nadir mecralardan biriydi. Ancak “Taş Kek Şarkısı” Sanabel’in son sayısı oldu. Yayınlandıktan kısa süre sonra dergiye kapatma kararı geldi. Gerekçe açıklanmadı. Ama herkes biliyordu: Susması gereken bir şiir, konuşmuştu.
Mısır’da bir şiirin bir dergiyi kapattığı, bir kalemin bir iktidarı bu kadar ürküttüğü nadirdir. Ama Dunkul’un şiiri, doğrudan hiçbir şeyi söylemeden, her şeyi anlatıyordu. Çünkü baskıcı rejimlerde semboller, kelimelerden daha güçlüdür. “Kek” bir semboldü. Çocukluk bir anı değil, kaybolan bir gelecek; taş ise o geleceğin önüne konan soğuk bir barikattı.
Şiir, 1975’te Dunkul’un Gelecek Ahit (العهد الآتي) adlı şiir kitabında yeniden yayınlandı. Bu kez “Çıkış Seferi (Taş Kek Şarkısı)” adıyla. Bu ad, artık şiirin bir ağıt değil, bir çağrı olduğunun işaretiydi. “Çıkış Seferi”, Mısır gençliği için bir ruhsal göçtü. Korkunun dışına, sessizliğin ötesine, konuşmanın yasaklandığı bir coğrafyada, şiirin hâlâ serbest kaldığı tek yere, insanın içine doğru yapılan bir yolculuktu.
Yıllar geçtikçe Dunkul’un bu şiiri sadece bir dönemin değil, tüm baskı çağlarının simgesi hâline geldi. Sessizlikten taşan şiir, başka dillerde yankı buldu. Ama tam metni, uzun süre yalnızca Arapça bilenlerin erişebildiği bir sığınak olarak kaldı. Ta ki Abdullah Sezer, şiiri Türkçeye kazandırana kadar.
Sezer’in yaptığı çeviri yalnızca teknik bir çaba değil, aynı zamanda şiirin taşıdığı politik ve edebî yükün Türkçedeki karşılığını da taşıma girişimiydi. Taş Kek Şarkısı böylece sadece Arap gençliğinin değil, susturulmuş tüm coğrafyaların şiiri hâline geldi.
Bugün bir şiiri yeniden okumak, bir tarihi yeniden yazmak gibidir. Çünkü her şiir, ait olduğu toplumun hem aynası hem de sığınağıdır. Emel Dunkul’un yazdığı o şiir, artık sadece Mısır’ın değil, her susturulmuş sesin hafızasında yankılanan sessiz bir marş gibidir. Taşlaşmış kekin sesi, zamanın içinden hâlâ duyulmaktadır.
Kadir Tepe
Emel Dunkul
(1940-1983)