Ruhsatsız
Deneme

UNUTMA Kİ EVLİSİN | Yeliz Dövücü

 

XII.

Dijital Şizofreni

 

 

 

Genç kızların “ideal erkek” listesinde artık Instagram’ı aktif kullanmayan erkekler üst sıralara çıkıyor. Yani romantizm hâlâ değerli ama “story’siz” hali makbul. Dijital vitrine çıkmamak, sadakatin yeni kanıtı olmuş durumda.

 

 

 

 

(Wi-Fi çekiyor mu diye değil, yüzüne bakıyor mu diye sor)

 

 

Bilin bakalım lisede “asla hemen evlenmem” deyip üniversiteden mezun olur olmaz 21 yaşında kim evlendi? Ben. Eşim 24, ben 21’di. Aslında bakarsanız bu başlı başına bir cesaret hikâyesi. Bir de üstüne tanıdığım kimsenin olmadığı bir şehre taşınmam, daha büyük bir cesaret. O zamanlar kimsem yoktu, hiç bilmediğim bir şehirdeydim. Şimdi bana “İstanbul’a vali olursun” diyorlar ama o günlerde tek derdim ayakta kalmaktı.

Eşimle tanışmam da pek trajik doğrusu. Dijital çağın şizofrenisinden bahsediyorum ya, ben de eşimle internette oyun oynarken tanıştım. İşte gerçek cesaret! Ama sanki o zamanlar dünya bu kadar kirli değildi. Üstelik biz birbirimizden habersiz aynı semtte büyümüşüz: Ben polis lojmanlarında, o hemen arka binada. Benim lojmandan dışarı çıkmam yasaktı, bu yüzden aynı bakkalda karşılaşmış olsak bile fark etmemişizdir. “Ha bu evlilik iki üç yıla biter” diye düşünenlere duyurulur: 15. yılımızdayız.

Beni bu yaşta evlilikten korkutmayan şey neydi? Cevap basit: Annem ve babam, ablam ve eniştemdi. Harika bir ailem vardı. Biz her akşam şartlar ne olursa olsun aynı sofraya oturan, sabah annemin hazırladığı kahvaltıyla güne başlayan, her ayın 14’ünde evin gelir-giderini deftere yazan, birbirinden hiçbir şey gizlemeyen bir aileydik. Maddi durumumuz çok iyi değildi bir dönem. Babam, kredi kartları yeni çıktığında bir arkadaşına kefil olmuş, maaşına haciz gelmişti. Yıllarca o adamın pavyonda yediği paranın bedelini ailece ödedik. Meyveler bile oy birliğiyle alınır, sayılı verilirdi bize. Ama itiraf edeyim, o zaman yapılan bölüşmenin tadını şimdi her meyveyi bol bol alabiliyor olsam da bulamıyorum.

Pazar demek bizim için “Bizimkiler” dizisi demekti. Hatta aklımda hâlâ o diziden kalan replik vardır: “Tak tak Sedat’ın internetten cızzz!”. O yıllarda internet dediğin şey bir anda kesilen, elektrik gibi lüks sayılan bir teknolojiydi. Evlerdeki asıl bağ, sofrada ya da soba başında kurulan sohbetti. Sobanın yanında annem ütü yaparken, biz babamla mandalina soyup kabuklarını sobaya koyardık. Televizyon izlemek bile ailece keyifti. İbo Show çıktığında ayağa kalkıp oynardık. Derdimiz yok muydu, elbette vardı. Ama biz bütündük.

90’lı yıllarda yaşadıysanız ve aklınız başınızdaysa hatırlayın: Evler küçüktü ama kalabalıktı. Her odadan bir ses gelirdi; mutfaktan tencere kaynama sesi, salondan televizyon uğultusu, odalardan çocuk kavgaları… Ev dediğin canlıydı. Şimdi evler büyüdü ama zihinler küçüldü. İşler azaldı ama daha yorgunuz, değil mi? Çünkü tek parmağımızla dünyayı geziyoruz. Yorgunuz. Kalabalık ailelerden tek kişilik hayatlara döndük. Ve tuhaf bir şekilde, tek kişilik yaşamak “özgürlük” adı altında pazarlanıyor. Hiç düşündünüz mü neden? Belki de tüketim düzeni için en kolay müşteri yalnız insandır; çünkü yalnızken hem kendinize hem boşluğunuza alışveriş yaparsınız.

Ve bu yalnızlık halinin en çok görünür olduğu yerlerden biri mahkemeler. Bir zamanlar hâkimlerin önüne “geçim sıkıntısı” veya “kayınvalide baskısı” gibi sebepler gelirdi, şimdi dosyalarda bildirim sesleri ve emoji kavgaları var. Basına yansıyan bir davada, bir kadın eşinin her sabah uyanır uyanmaz kendisine günaydın demeden Instagram’a “günaydın millet” story’si atmasını boşanma sebebi gösterdi. Bir başka haberde, bir erkek eşinin evde birlikte yemek yerken sürekli TikTok’a video çektiğini “mahremiyet ihlali” olarak kayda geçirdi.

Günlük hayatın küçük ayrıntıları da davalara taşınıyor artık. Eskiden kavga konusu “bulaşık yıkanmadı” olurdu, şimdi “çamaşır makinesi çalışırken neden çevrimiçi oldun?” sorgulanıyor. Çiftlerden biri “eşimle aynı evdeyim ama onu daha çok WhatsApp profil fotoğrafından tanıyorum” demiş mesela. Aslında hepimizin yaşadığı ufak şeyler mahkemede dev dosyalara dönüşüyor: akşam yemeklerinde telefondan başını kaldırmamak, yatarken yanına değil ekrana sarılmak, kalp yerine başparmak göndermek…

Eskiden kıskançlık “komşunun kızına neden baktın?” sorusundan çıkardı, şimdi “neden onun story’sine baktın?” krizi kopuyor. Bir bakmışsınız, bir emoji yüzünden günlerce soğuk savaş. 2019’da ABD’de bir adam, eşinin Tinder’dahesap açtığını görünce boşanma davası açtı. Kadın “sadece eğlencesine bakıyordum” dese de mahkeme bunu sadakatsizlik saydı. Benzer bir tablo İngiltere’de yaşandı. Bir kadın, eşinin sürekli eski sevgilisinin fotoğraflarını beğenmesini “dijital aldatma” olarak dava konusu yaptı.

Ve bu durum yalnızca birkaç uç örnek değil. PewResearch’ün 2023 verilerine göre çiftlerin yüzde 30’u partnerinin sosyal medya davranışlarını doğrudan “ilişki sorunu” olarak görüyor. Yani mesele birkaç ekran değil, küresel bir gerçeklik. Ve unutmayın, bunlar sadece deryada bir damla örnek. Asıl fırtına, görünmeyen yüz binlerce evin içinde kopuyor.

 

İşte tam bu noktada Neşe Karaböcek’in şarkısı bugünü anlatıyor gibi:

“Unutma ki evlisin, yuvana dönmelisin, sen artık gitmelisin, vakit çok geç olmadan…”

 

İşin ironik tarafı şu: Genç kızların “ideal erkek” listesinde artık Instagram’ı aktif kullanmayan erkekler üst sıralara çıkıyor. Yani romantizm hâlâ değerli ama “story’siz” hali makbul. Dijital vitrine çıkmamak, sadakatin yeni kanıtı olmuş durumda.

Ama asıl acı taraf şu: İnternette gördüğümüz mutlu çift fotoğraflarının çoğu aslında sahne. Gülüşler filtreli, mutluluk pozdan ibaret. İnsan gerçekten mutluysa ispat peşinde koşmaz; mutluluk kanıt istemez. O yüzden ekranlardan taşan o büyük mutluluk gösterilerine biraz şüpheyle bakmakta fayda var. Çünkü çoğu zaman ne kadar çok gösteriliyorsa, o kadar az yaşanıyordur.

Bir düşünün; bir arkadaşım var mesela… Kaynanasıyla mı kavga etti, kocasıyla mı bozuştu, akşam yemeğinde ne yediler, sabah kahvesini evde kim yaptı, marketten ne aldılar — hepsini biliyoruz. Ne gerek var? Mutluluk paylaştıkça artar denir ama artık mutsuzluk bile filtrelenip paylaşılır oldu.

Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan ilişkiler” kavramı bu duruma cuk oturuyor. Bir tıkla yeni insan tanıyabilme ihtimali sabrı ve bağlılığı zayıflatıyor. Ama dürüst olalım, internet olmasa da iletişimsizlik yine kavga sebebiydi. Sadece malzeme değişirdi: Eskiden “kapıyı niye sert çarptın” vardı, şimdi “niye kalp emojisi atmadın”.

Hayat bilgisi şuradan geçiyor: Birincisi, insan sevdiğini önce evde mutlu eder, sonra isterse dünyaya ilan eder. İkincisi, bir aileyi ayakta tutan şey ne Wi-Fi ne de telefon hattıdır; çayın yanında edilen iki cümlelik sohbetin gücü, bütün modemlerden daha fazladır.

 

EVLİLİĞİN Wi-Fi TESTİ

 

Şimdi bakalım, evliliğinizde internet mi çekiyor, yoksa kalpler mi? Küçük bir test:

 

1. Eşinizle akşam yemeğinde sohbet ederken telefonunuza bildirim geliyor.

a) Görmezden gelirim.

b) “Bir saniye” deyip bakarım.

c) O an menüyü bile unutur, ekrana dalarım.

 

2. Partneriniz size kalp yerine baş parmak emojisi attı. Sizce bu:

a) Masum bir şaka.

b) Hafif kriz sebebi.

c) Avukat arama sebebi.

 

3. Birlikte film izlerken eşiniz sürekli telefona bakıyor.

a) Filmi durdurup konuşurum.

b) Ben de telefonuma bakarım.

c) Netflix arka fon, telefon ana ekran olmuştur zaten.

 

4. Tatilde gün batımı izlerken eşiniz selfie çekip direkt story atıyor.

a) Benimle paylaşsın yeter.

b) “Biraz da manzaraya bak” derim.

c) Kendimi manzaraya filtre gibi eklenmiş hissederim.

 

5. Eşinizin çevrimiçi olduğunu görüyorsunuz ama size mesaj atmıyor.

a) “Yoğundur” deyip geçerim.

b) İçim içimi yer, sorarım.

c) Print screen alıp klasöre kaydederim.

 

6. Sabah uyandığınızda ilk işiniz ne olur?

a) Eşime günaydın derim.

b) Telefona bakar, sonra günaydın derim.

c) Günaydın mesajını WhatsApp’tan yollarım.

 

7. Partneriniz sizi hiç paylaşmıyor ama kahvesini her gün story’ye koyuyor.

a) Ne var canım, kahve daha fotojenik.

b) Hafif içerlerim ama alttan alırım.

c) Kahve fincanını kıskanırım.

 

8. Arkadaş ortamında eşiniz sürekli telefonunda.

a) Nazikçe uyarırım.

b) Ben de telefonuma gömülürüm.

c) Sessizce Wi-Fi şifresini değiştiririm.

 

9. Evde elektrikler kesildi, internet yok.

a) Mum ışığında sohbet ederim.

b) Telefon şarjını idareli kullanırım.

c) “Biz ne konuşacağız ki şimdi?” diye paniklerim.

 

10. Eşiniz sizinle dertleşirken siz bildirim sesini duyuyorsunuz.

a) Telefonu sessize alırım.

b) “Devam et, bir gözüm onda” derim.

c) Dertleşme yerine DM’lerini dinlemeyi tercih ederim.

 

SONUÇLAR:

Çoğunlukla “a”: Tebrikler, ilişkiniz hâlâ fiber hızında çekiyor.

Çoğunlukla “b”: Bağlantı kopmuyor ama arada lag var, dikkat edin.

Çoğunlukla “c”: Sizinki artık evlilik değil, müşteri hizmetleriyle bitmeyen bir görüşme.

 

Çözüm modemi kapatmak değil. Çünkü modem kapanırsa kavga bu kez “faturayı yatırmadın mı?” üzerinden çıkar. Esas ihtiyaç, evin içinde Wi-Fi’dan daha güçlü bir şey inşa etmek: iletişim ağı. Çünkü unutma ki evlisin; modem ışıkları yanıp sönse bile, yuva ışıkları bir kez söndü mü kolay kolay yeniden yanmıyor.

Bugün boşanmaların sebebi internet değil, modemden daha güçlü bir bağ kuramayan biziz. Unutma ki evlisin; yoksa ev, Wi-Fi çekse de yuva çekmez.

Ve son bir söz, özellikle bekâr arkadaşlara: Kimse yüzde yüz mükemmel değil, sen de. Hepimiz “her şeyin en iyisine layığım” hissine kapılıyoruz ama kendimizde olmayanı karşımızdakinden beklemek ne kadar akıllıca? Evlilik sadece nikâh değil; eş, aynı zamanda en iyi arkadaşın, hayatının en güzel yıllarının şahidi. Kusurlu kendinden kusursuz bir eş bekleme. Ve unutma: Evlilik para ile ölçülmeyecek kadar güçlü bir bağdır. Evlenin. En kötü ihtimal, kirayı ortak ödeyeceğiniz bir dostunuz olur.

 

 

 

Devam edecek…

 

 

Görsel: Pouya Fayazi

Related posts

GENCİN ÂHİSİ DİNOZORUN DÂHİSİNDEN YEĞDİR | Semih Samyürek

Ruhsatsız
11 ay ago

İNGİLTERE’DE ADLAR | Semih Samyürek

Ruhsatsız
5 ay ago

Sertaç Polat, Abdulhâlik Aker ile Fabrik Kitap etiketiyle çıkan inceleme kitabı “OZAN-Modern Hece ve Süleyman Çobanoğlu” hakkında konuştu.

Ruhsatsız
10 ay ago
Exit mobile version