Subscribe Now

* You will receive the latest news and updates on your favorite celebrities!

Trending News

Ruhsatsız

NASIL SEÇKİN TÜRK OLUNUR? | Semih Samyürek
Deneme

NASIL SEÇKİN TÜRK OLUNUR? | Semih Samyürek 

 

VI.

Göçen Kervanın Ardından

 

 

 

Kefâet, İslamî ıstılahlar içerisinde, evlenecek eşlerin birbirleriyle sosyoekonomik açıdan uyumluluk arz etmelerini ifade eder. Fıkıh kitaplarında geçen bir terim olan kefâetin izini bir Malatya türküsünde buluyoruz: “Bir güzeli bir çirkine vermişler/Baş yastığı kendisine eş değil,”. Türkülerimiz bize bizi anlatıyor. Davulun bile dengi dengine çalacağını bize öğreten dinimiz ve türkülerimiz, atalarımızın dilinde veciz ifadelere de konu olmuş. Birbirimizi daha iyi tanıyıp dayanışma derecemizi yükseltecek bir hayatı nasıl kuracağız? Kafamı kurcalayan soru bu. Bir ütopyanın peşinden mi gidiyorum? Yoksa kendi hayalimi önce kendime sonra yazılarımı okuyanlara satmaya mı çalışıyorum?

Türkiye, ortak bir kültürel mirasa sahip olma bakımından dünya milletlerinin birçoğundan belki tamamından daha fazla imkanlara sahip. Kaynaşmış bir hayat ve bu hayatın şiirini söyleyecek seçkin insanlar kuşkusuz böyle bir mirasa ihtiyaç duyar. Fakat biz bu mirasın neresindeyiz? Kuru bir hamasete kapılmadan, ortak bir hayatı örgütleyebilecek bir kabiliyet ve şuuru nasıl öreceğiz? Birbirini seven ve birbirine güvenen insanlar topluluğu olmadan millet olunamaz. Millet olmadan da dünyanın belalarına karşı göğüs gerilemez. Dünyanın belaları dedim, en geniş manasıyla varlığımıza kastedilmesini ima ediyorum. Varlığımıza yalnızca topraklarımızı elimizden almanın hedeflenmesi bakımından göz konulmuyor. Nitekim bastığı yerleri toprak diyerek geçmeyip tanımaya cüret edecek insanların insanlıktan çıkarılması da bu göz koymanın niteliklerinden birini oluşturuyor. İnsanlıktan çıkmamamızın, bastığımız toprağı tanımamızın yolu türkülerden geçiyor.

Birbirini seven ve birbirine güvenen insanlar topluluğu dedim, bunun tebarüz etmesi için evvela insanların birbiriyle anlaşabilmeleri gerekiyor. Bunun için de Türkçe bilmek gerekiyor değil mi? Hayır, daha önce Türkçeyi tanımak gerekiyor. Zira hepimiz günlük hayatımızı idame ettirmek için Türkçe konuşuyoruz fakat Türkçeyi tanımıyoruz. Türkçe nasıl bir dildir, bugüne dek hangi evrelerden geçmiş, nasıl tekâmül etmiştir? Okullarda gençlerimizi dil bilgisi kurallarıyla boğuştururken ıskaladığımız mühim bir konu bu. Okullarda “Türkçenin Seyri” adlı bir ders okutulması gerektiğini kanaatindeyim.

Türkçe, Kur’ân üzerine inşa edilmiş bir dildir. Bu iddia kimilerine katlanılmaz geliyor. Türkçenin Kur’ân-ı Kerim ile irtibatını gösteren bazı delilleri burada zikretmek isterim. Bugünkü hâkim kelimesinin karşılık olarak kullanıldığı “kadı”kelimesiyle “kaza” kelimesi aynı kökten gelir. Kaza kelimesini aynı zamanda nahiye manasında da kullanıyoruz. Çünkü başında kadı olan en küçük yerleşim merkezi kazadır. Kazadan aşağısına kadı atanmaz. Araplar kaza kelimesinikullanmazlar. Oysa biz iş kazası, trafik kazası gibi oldukça yaygın bir şekilde bu kelimeyi kullanırız. Araplar kaza yerine isabet gibi hadise gibi kelimeler kullanırlar.

Bizim yüzlerce, binlerce kelime gibi “kaza” kelimesini deAraplardan ya da Arapçadan değil Kur’ân-ı Kerim’den ve sünnetten aldığımıza dair bir de dolaylı delil sunalım. “Loğ”kelimesi, bizim Çukurova’da damları düzlemek için kullanılan bir alettir. 14. yüzyılda Ermeniceden aldığımız bir kelimedir. Dam kelimesi ise bu tarihe kadar duvar manasında olup 14. yüzyılla birlikte evin çatısı manasına evrilmiştir. Ermenilerle aramızda cereyan eden kültürel etkileşim neticesinde onlardan loğ aletini almış, dam kelimesini duvardan çatı manasına hasretmiş ve loğ ile damlarımızı düzlemeye başlamışız. İşte Loğ kelimesinin Ermenilerden alındığı iddia olunabilir. Fakat dilimizdeki Arapça kelimelerin bu tür seyirleri ve hikâyeleriyoktur. Bugün kendi köklerini kesmeye hevesli olanlar tarafından Araplardan alındığı zannedilen kelimeler doğrudan Allah’ın bize indirdiği kutsal kitabımızdan tahriç edilmiştir. Türkçe’nin lisan derecesine yükselmesi yani kavramlarının inşa edilmesi Kur’ân-ı Kerim sayesinde mümkün olmuştur. Türkçeyi seven Kur’ân’ı, Kur’ân’ı seven Türkçeyi sever. Bir başka deyişle Türkçeyi felsefe, edebiyat, metafizik, bilim yapmak için uygun hale Kur’ân-ı Kerim ile Türkçeyi buluşturan seçkinlerimiz getirmiştir.

Türkçenin Seyri” dersinin müfredatını hazırlama hususunda bize özellikle Yunus Emre büyük bir yardımda bulunacaktır. Türkçenin lisan derecesine yükselmesini sağlayan inşayı onun dizelerinde takip edebiliriz. Bugün kaybettiğimiz, başka bir ifadeyle raflarda çürümeye terk ettiğimiz lisanımızı…

Türkiye, Tanzimat’ın ilanından Cumhuriyet’in ilanına dek geçen 85 yıllık sürede çetin bir iç savaş yaşadı. Bu süreci tarih derslerinde böyle anlatmıyorlar. İç savaş tabirini kullanıyorum çünkü Osmanlı tebaası olmak bakımından bu topraklarda birçok millet, milletler sınıfı sistemi uyarınca belli hak ve ödevler altında yaşıyordu. İç savaşın temel sorusu ise şuydu: “Bu vatan kimin?”. Çünkü Tanzimatla birlikte sözünü ettiğimiz klasik düzen yıkıldı ve her millet kendi alanını tahkim etmenin derdine düştü.

Mezkûr yıllara detaylı bakıldığında bu çetin iç savaşıgörmek mümkün. Ermeni tehciri ve nüfus mübadelesini anlamak için de bu 85 yıllık iç savaşın ne olduğunu iyi anlamak gerekir. Tanzimattan hemen sonra 1841’de Vidin’de başlayıp yıllar süren bir dizi Balkan ayaklanması, 1895 Trabzon olayları, 1909 Adana olayları bu savaşın örnekleriyahut cepheleridir. Mehmet Emin Yurdakul, Cenge Giderkenadlı şiirinde mezkûr iç savaşı anlatır. Bu toprakların ecdadının ocağı olduğunu söyleyen, kutsal kitabı kaldırtmam diyen Mehmet Emin’e bu dizeleri yazdıran adı konmamış 85 yıllık iç savaştır. Mehmet Emin Yurdakul aşırı mutaassıp biri olduğu için mi kutsal kitabı kaldırtmam diyor? Yoksa bahsettiğim iç savaşta, bu vatanın kimin olduğuna dair bir kavga yaşandığı için mi?

Ömer Seyfettin, Türk olmayı teslim olmaya tercih etmekten söz eder. M. E. Yurdakul’da da aynı tavrı görüyoruz. İdeolojileri, hayata bakış açıları ne olursa olsun 85 yıl süren sancılı Tanzimat Dönemi’nde Türk olmayı teslim olmaya tercih eden seçkinler sayesinde bir Türkiye var. Yani küfre meydan okumayı göze alan seçkin Türkler sayesinde. Bir Türk bu topraklara olan borcunu seçkinleşmeye emek sarfederek ödeyebilir. Seçkinleşmek, şehit olmakla da mümkündür şair olmakla da.

 

 

Devam edecek…

Related posts

Bir yanıt yazın

Required fields are marked *